Varoluştan Yok Oluşa Bir Kültür Nesnesinin Peşinde

Cebrail Ötgün’ün Son Sergisi Üzerine

Özlem Kaçmaz

“Özgürlük” ve “Bilmek” her zaman bedel ödemeyi gerektirir. Ortada yükselen, ultramarin mavisinin çekiciliğiyle bizi kendisine çeken ve içine bakma arzusu uyandıran kuyu, gizem unsurunu barındırarak keşfetmeye davet eder. Kuyuyla, mekan içinde ikinci bir zihinsel ve tinsel mekan oluşur. Bu ikinci mekana dalıp kaybolmak, çocuksu merak duygusuyla koşuttur. Keşfetme arzusuyla kuyunun içine baktığımızda, içine çeken karanlık bir boşlukla karşılaşırız. Çocukluğunda karanlıktan korkmayan insan pek azdır. Karanlık içindekileri sakladığı için tekinsiz bir atmosfer yarattığından dolayı mı; yoksa Kazimir Malevich’in “Siyah Kare” isimli resminde olduğu gibi hiçliğe gönderme yaptığı için mi, bilinmez ama çoğu insanı tedirgin eden ürkütücü bir yanı vardır. Bilmek ve bakmak kimi zaman çok zordur; karanlıkla mücadele etmeyi ve bu korkunun üstüne yürümeyi gerektirir.

Bir gün dağda koyun sürüsünü otlatırken okuduğu kitabın yarattığı (ya da açtığı) dünyaya dalan çocuk sürüsünü kaybeder ve kaybettiği sürünün peşine düşer. Aynı çocuk, uzun yıllar sonra “Rapata, repete, irepete, irefete, irefte, refik” adlı sergisinde, çocukluk döneminden izler taşıyan bir kültür nesnesinin dönüşümleriyle yarattığı çoklu simgeler aracılığıyla hem kaybettiği çocukluğunun peşine düşer hem de insanın, varoluşundan yokoluşuna dek katettiği yolun gizemli ve trajik yanlarını izleyene hissettirir.

“Rapata” Doğu ve Güneydoğu bölgelerinde tandıra ekmek yapıştırmak için kullanılan bir nesne olarak, tarihsel süreç içerisinde çeşitli biçim ve isim değişiklikleri yaşamış; insanlığın tarihinden izler taşıyan bir kültür ürününe (ya da nesnesine) dönüşmüştür. Aynı nesne sanatçının çocukluk ve gençlik döneminden izler taşıyan nostaljik bir obje(ya da nesne) olarak, insan bedeninin omuz ve bel aralığının biçimsel yanını andıran formunun düz ve başaşağı kullanımlarıyla çoklu simgesel durum barındıran bir sanat yapıtına dönüşür.

“Rapata” kültür nesnesi niteliğini nüvesinde barındırsa da, sanatçının zekası ve sezgisel duyarlılığıyla dönüşmüş, anlam katmanlarını üstüste giyinmiş, özümsemiş ve bambaşka bir varlığa evrilmiş olarak karşımıza çıkar. Artık bu yanıyla sanatsal ve estetik bir biçim taşımaktadır. Sanatçı, plastik dilinin ulaştığı olgunlukla; renk, doku, biçim ilişkilerini ustaca harmanlamış ve bir kültür nesnesinden yaptığı sayısız açılımla geçmişi ve bugünü buluşturarak, birçok anlama kapı aralamıştır.

Yapıtlar, çok katmanlı çağrışımlarıyla pek çok okumaya davet eder izleyeni; insanlığın tarihsel yolculuğunun bir özeti gibidir. Dişil ve eril olanın birlikteliğinden başlar yolculuk. Yoğun kağıt hamuru katmanlarıyla giydirilen, üç boyutlu rölyef etkisi yaratan kasnakların bir kısmı dişil ve eril biçimlerin içiçeliğiyle yapılanmıştır. Kasnağın ortasındaki dikey yarık dişil olanı çağrıştırırken, kasnağın dış biçimi eril olanı çağrıştırır.

Duvarda yer alan, ultramarin mavisinin yoğun kromasıyla izleyiciyi kendisine çeken yapıt ile galeri mekanının ortasında gizemli bir şekilde yükselen mavi silindir biçimindeki yapıt diyalog halindedir (resim 1). Duvardaki mavi kasnağın alt orta kısmında yer alan dikey yarık, yaşamın kökenine ( ya da kaynağına) işaret eder. Arkasında ya da içinde görülen siyah boşluk, bilinçaltında her zaman yaşayan, ana rahminin sıcak ve korunaklı alanına dönme(ya da sığınma) arzusunu uyandırırken, ardında yer alan bilinmeyene merak duygusuyla örtüşür. Bu dikey yarığın biraz üstünde yer alan, çocuksu bir oyun duygusuyla kotarılmış çok renkli alan, “bilme”nin hazzını hissettirir.

Resim 1

Mekanın ortasında yükselen mavi silindir şeklindeki yapıt, içindeki (ya da içinde barındırdığı) karanlık boşlukla bir kuyu imgesi verir (resim 2). Dışı eril, içi dişil olanı çağrıştıran kuyu imgesi, “İrefete”nin işlevsel kullanım yeri olan tandır kuyusunu çağrıştırdığı gibi; bir kuyunun normal duvar yüksekliğinden fazla olan boyutuyla, içini görmeye izin vermez, gizemli bir anıt gibi yükselir ve çocuksu merak duygusuna seslenir.

İnsanla özgürlük arasındaki ilişkinin en kuvvetli ifadesi, Kutsal Kitaptaki cennetten kovuluş efsanesinde dile gelmiştir. Bilgiye ulaşmanın kökeninde “merak” duygusu, özgürleşmenin temelinde ise “seçme edimi” yer alır. Cennette huzur ve uyum içerisinde yaşayan insanın, iyilik ve kötülüğün bilgisini saklayan ağacın meyvesinden yemesi yasaklanmıştır. Ama insan bu emre karşı gelir, seçme edimini kullanarak meyveyi yer ve “bilme”nin hazzına ulaşır. Bu aynı zamanda otoriteye karşı gelmek, cennetteki tatlı köleliğinden, yeryüzünün zorlu hayatına sürgün edilmek demektir (Fromm, 1982, s.51).

“Özgürlük” ve “Bilmek” her zaman bedel ödemeyi gerektirir. Ortada yükselen, ultramarin mavisinin çekiciliğiyle bizi kendisine çeken ve içine bakma arzusu uyandıran kuyu, gizem unsurunu barındırarak keşfetmeye davet eder. Kuyuyla, mekan içinde ikinci bir zihinsel ve tinsel mekan oluşur. Bu ikinci mekana dalıp kaybolmak, çocuksu merak duygusuyla koşuttur. Keşfetme arzusuyla kuyunun içine baktığımızda, içine çeken karanlık bir boşlukla karşılaşırız. Çocukluğunda karanlıktan korkmayan insan pek azdır. Karanlık içindekileri sakladığı için tekinsiz bir atmosfer yarattığından dolayı mı; yoksa Kazimir Malevich’in “Siyah Kare” isimli resminde olduğu gibi hiçliğe gönderme yaptığı için mi, bilinmez ama çoğu insanı tedirgin eden ürkütücü bir yanı vardır. Bilmek ve bakmak kimi zaman çok zordur; karanlıkla mücadele etmeyi ve bu korkunun üstüne yürümeyi gerektirir.

Resim 2

Yükselen mavi kuyunun içinde ve duvardaki dikey yarığın arkasında ne vardır? İçerisini ve ötesini merak ederiz. Sanatçının bu yapıtlarıyla bilinçaltının gizemli sularına doğru çekildiğimizi hissederiz.

Buğdayın evcilleştirilmesi ve göçebe toplumundan yerleşik hayata geçiş; insanlık tarihinde hem medeniyetin hem de hiç sonlanmayan kanlı toprak savaşlarının bir dönüm noktası gibidir.

“İrefete” özünde, ekmek hamurunun tandır kuyusunda pişirilmesine olanak sağlayan bir kültür ürünü iken; sanatçının bazı çalışmalarında, içindeki pencerede bombaların hedefi vurduğunu gösteren ( ya da hedefi belirleyen) muğlak dijital ekran görüntüsü ve düşen bir bombayı çağrıştıran dış biçimiyle ironik bir durum sergiler (resim 3). İnsanlık dramı, bir kasnakta özetlenmiş gibidir: Başlangıç ve son, Neden ve sonuç aynı biçimin içinde örtüşmüştür. Bombaların hedefinin ekranlardaki görüntüsüne benzer görüntüler, irefete kasnağının içindeki küçük ekranda yer alır. Hedeflerin ne olduğu belli değildir, sadece birkaç çizgiden ibarettir. İmha edilen hayatlar, belirsiz ve önemsiz bir ekran görüntüsüne indirgenmiştir. Yapıt, bombalanan yerde yaşayan canlılar ve kültürler yokolurken yaşadığımız yabancılaşmayı anlatır. Baudrillard, artık gerçek dünya ile imgeleri arasında ayrım yapma becerisine sahip olmadığımızı vurgulamıştır (Ya da gerçek dünya ile imgeleri arasında ayrım yapma becerisine sahip olmadığımız gerçeğiyle bir kez daha yüzleşiriz) (Baudrillard, 2012). Bu çalışmanın sağında, yere yakın bir alanda konumlandırılmış, siyah içinde kırmızı alev dilleriyle biçimlendirilmiş soyut biçimler farkederiz. Adeta gözlerden gizlenmiştir. Görmek için bakmak gerekir. Bombaların düştüğü yerler yangın yerine dönerken, bakmayı bilenlerin içi de yangın yerine döner.

Resim 3

Her yapıt karşısında farklı düşünsel ve duygusal deneyime dalarız. Sanatçının kendi zihin ve duyguları arasındaki diyalog, artık bizimle yapıt arasındaki diyaloğa dönüşür. O’nun bilinçaltından kopup gelen imgeler, bizim bilinçaltımızdan farklı imgeleri çağırır.

Orjinaline en yakın haliyle korunmuş kasnaklar (resim 4); sanatçının köyünden, aile ocağından getirdiği (Ablasının kullandığı) objeler olarak, bir anıt niteliği taşır. “İrefeteler” uzun kenarı üstte, kısa kenarı aşağıda iken, üzerinde açılmış bir ağız gibi duran pencerelerle, Munch’un “Çığlık” tablosunda figür gibi çığlık atan yüzleri çağrıştırırlar. Sanatçı, “İrefete”lerin çok katmanlı anlamlarının altına acıyı ustalıkla gizler ve izleyene usul usul duyumsatır.

Resim 4

Kuspit’e göre “Sanat, ruhun derinliklerine inen bir sualtı aracıdır, ruhun içinde yüzen tuhaf duygulara ilişkin bir kavrayış sağlarken, basınca da dayanır” (Kuspit, 2010, s.126). Sanat bu özelliğiyle zihnin ve tinsel dünyanın sınırlarını zorlarken “Katharsis” yaratan en güçlü edimdir. Ötgün de, bu sergisinde bir kültür nesnesini yorumlayıp sanatsal bir biçime dönüştürerek geçmiş ve şimdi arasında bir köprü kuruyor ve bir “Katharsis” alanı açıyor.

Sergi 26 Aralık 2017 tarihine kadar AGSANAT galerisinde gezilebilir.

Özlem Kaçmaz

KAYNAKÇA

Baudrillard, Jean. (2012). Şeytana Satılan Ruh Ya Da Kötülüğün Egemenliği. (O. Adanır, Çev.). Ankara: Doğu Batı Yayınları.

Fromm, Erich. (1982). Hürriyetten Kaçış. (A. Yörükan, Çev.). İstanbul: Ünal Matbaası.

Kuspit, Donald. (2010). Sanatın Sonu. (Y. Tezgiden, Çev.). İstabul: Metis Yayınları.

Fotoğraflar metinle beraber Özlem Kaçmaz tarafından gönderilmiştir.
Paylaş