Sibernetik Estetik Üzerine Eleştiri

Ozan Atalan

a. Yapıtın Alımlanmasındaki Öznellik ve Duygular Açısından

Sibernetik ile ilgili olarak bilgi, kontrol sistemleri ve otomata üzerine oluşturulan teoriler, eserin arkasındaki fikrin artikülasyonunun başarısı ve görsel sanatların analizi açısından sanata uygulanabilir. Shannon`ın bilgi teorisi, yapıtın bilgisel ve iletişimsel gücünü anlamak ve değerlendirmek için son derece rasyonel bir yöntem sunmaktadır. Ancak değerlendirmedeki bu rasyonellik, sanatçının ifadesinde sadece iletişim kanalından geçen sinyallerin miktarını göz önünde bulundurmasını gerektirdiği için gerek üretim gerekse yapıtın alımlanması sürecinde anlam karmaşasına yol açabilir. Başka bir deyişle sibernetik estetik, duyguları ve izleyicinin eseri alımlama sürecindeki öznelliğini görmezden gelme handikabına sahiptir. Herbert Franke`in sibernetik estetiğe yaklaşımına, Wiener ve Shannon`ın aksine, sanatı insan eliyle oluşturulmuş bir fenomen olarak rasyonel süreçlerle algılarken, eserle kurulan öznel bağı ve duygulanımı göz ardı etmediği için yakınlık duyuyorum. Buna göre Franke, sanat eserinin fonksiyonunu anlamaya çalışırken, sadece eserin aktardığı bilginin izlediği yolu değil, orada oluşan öznel nitelikleri de değerlendirmeye alır. Sonuç olarak Shannon, bilgi teorisiyle bir yapıtın iletişimsel değerini sadece bilginin aktarım miktarı ve yoluyla açıklarken, Franke, bu süreçte izleyiciye aktarılan bilgiye izleyiciyi etkileyebildiği ölçüde değer verir.

Bilimden birçok açıdan farklı bir form olan sanat, bünyesinde objektif ve sübjektif kaliteler barındırır. Herbert Franke, Estetiğe Sibernetik Bir Yaklaşım (A Cybernetic Approach to Aesthetics) adlı makalesinde, bir mesajı algılanabilir yapan minimum sinyal miktarının ne olduğu sorusunu sorar. Bu sorunun sebebinin, sanatçının esere yetkinsiz bir şekilde bilgi yüklemesinin ve anlam karmaşasının önüne geçmek olduğunu düşünüyorum. Bu da gösteriyor ki yapıtın iletişim ve artikülasyon değeri, sadece taşıdığı objektif bilgiye değil, aynı zamanda izleyicinin öznel algılama süreçlerine saygı gösterip göstermemesine bağlıdır.

Franke`in sibernetik estetik yorumunda öne çıkan bir diğer özellikse, duyguların geri bildirim mekanizması olarak çalışmasıdır: eğer bilgi akışı yavaş ise bu izleyicide sıkıntı duygusuna, çok hızlı ve yüksek miktarda ise rahatsızlık hissine yol açar. Fakat eser, insanın ortalama algı limitine hitap eden bilgiyi taşır ve iletirse izleyiciden olumlu ilgi geri bildirim alır[1].

Onun, sanatın objektif değerlendirilmesinde duygulara yeterince rol verilmemesine yönelik kaygıları, net sanatçılarının genel kaygılarından biri olan anestezi (duyarsızlaşma) endişesinde yankılanır. Buradaki anestezi, kanımca, gerçekliğin dijital yüzeylerdeki resimsel temsilinin çoklaşmasından ve hakiki deneyimi simüle etmesinden dolayı gerçek deneyime karşı bir hissizleşmedir. Duyuların hissizleşmesi ve duyarsızlaşma halini getirmesi bakımından anestetik, estetik ile çelişen bir anlamda kullanılabilir. 1989 yılında filozof Wolfgang Welsh tarafından, estetiğin temel prensipleri olan duyu yoluyla algılama, duyumsama ve his uyandırma kabiliyetinin yitimi olarak ifade edilmiştir. Estetik, duyumsamayı ve hissedişi artırırken, anestetik, bir uyarıcıdaki duyuma yol açma niteliğinin kaybı, durması ya da imkansızlığı anlamında duyumsuzluk ile açıklanabilir[2]. Öyleyse artikülasyonu ve iletişim değeri salt rasyonel yollarla değerlendirmeye tabi tutulan ve sadece bu kıstaslarla üretilen bir sanat eseri, duyumsama ve duygulanım noksanlığından ötürü estetik olarak değil de anestetik olarak nitelendirilebilir.

Bu bağlamda, bilindik bir örnek üzerinden açıklayacak olursam, John Cage`in, sessizlik diye bir şey olmadığını iddia eden 4’33’’ adli kompozisyonunun da Shannon`ın kanalındaki bilgi/parazit ikiliğine yıkıcı bir etki yaptığını söyleyebiliriz[3]. Çünkü bu eserde sunulan şey sessizlik değil, sessizliğin olmayışıdır ve bu açıdan bakıldığında, söylemini kavramsal olarak etkin bir şekilde artiküle edebilmiş bir çalışmadır.

Sonuç olarak, sibernetik perspektiften bakıldığında bilgi estetik süreçleri anlamakta anahtar kavram olsa da objektif ve sübjektif nitelikleri haiz sanatın alımlanmasının değerlendirmesinin, insanı bir düşünce ve duygu bütünü olarak görerek öznel süreçleri görmezden gelmeden yapılmasının doğru olacağını düşünüyorum. Bu bakımdan, Dualizm her ne kadar insanın dünyayı kavramsallaştırması ve kategorize etmesinde derin bir yere sahip olsa da diğer her şeyde olduğu gibi bir yapıtın değerlendirilmesinde de düşünce-duygu, objektif bilgi-sübjektif bilgi ikiliğinin ayrıştırıcı değil bütünleştirici bir unsur olarak kullanılmasından yanayım.

b. Antroposantrik Yaklaşım ve İnsan-Makine-Doğa İlişkileri Açısından

“Otomasyon, insanı hariç tutan ve çevresinden ayrıştıran değil, insanın değerini artıran bir araçtır.[4]

F.G. Woollard

Daha önce, İki Şehir: Antroposantrizm Üzerine adlı yazımda ayrıntılı olarak değindiğim gibi, bugün dünya üzerindeki birçok sosyal ve ekolojik problemin, insanın kendini dünya üzerindeki en önemli tür olarak konumlandırdığı bir dünya görüşü olan Antroposantrizm`den kaynaklandığını düşünüyorum.

Disiplinler arası yaklaşımı ve organik – inorganik formları birleştirmesi açısından sibernetiğin insan, makine ve doğa arasındaki ayrımı eş zamanlı olarak hem belirginleştirdiğini hem de yok ettiğini söylemek yanlış olmaz. 1980`lerden bu yana, insan-makine ilişkisi üzerinden yükselen bir iletişim anlayışını ve keşfedilecek sonsuz sayıda fırsatla sanal alanlar açan bir teknolojiyi gözlemleyebiliriz [5]. Doğa ve ham madenin işlenmiş hali olan makine arasındaki dengeyi vurgulamamla paralel olarak, değerli hocam Tom Sherman`ın şu sözünü paylaşmak isterim: makineleri insanlara tercih edenlere karşı olan saygı eksikliğimizi gidermemiz gerek. Bu gezegende birer hayvan olarak yaptığımız her şey doğaldır. Makine aşkı kör bir aşk olabilir, fakat doğaldır. Makine-sanatçı ilişkilerini dört kategoride sınıflandırmak mümkündür: 1. Sanatçının, makinenin alıcıları yoluyla oluşan algısı 2. Sanatçının, makineyi bir ayna olarak kullanırken kendisi üzerinde oluşturduğu algı 3. Sanatçının, kendini ayna olarak kullanırken makineyi algısı 4. Makinenin kendine yönelik imajı[6]. Tüm bunlar göz önünde bulundurulduğunda, sibernetik estetik açısından, insan ve makinenin birbiri gibi davranmaya zorlanmadan her birinin kendi iç dinamiklerine saygı duyarak etkileşime geçmeleri gerektiği fikrini savunuyorum.

Bir düşünce sistemi tamamıyla doğru ya da tamamıyla yanlış olamaz. Sibernetiğin bir uzantısı olarak yapay zeka çalışmaları, makinelerin insan gibi davranmasını beklerken, antroposantrik anlayışı insan lehine çevirmesi açısından ölümsüzdür. Ancak diğer yandan, sibernetik estetiğin insan-makine ve doğayı bütünleştirici bir yanı olmasını da takdir ediyorum. İnsan-insan dışı varlık ilişkisinin bir ayrımdan ziyade bütünleşmeye doğru gittiğini yakın zaman ana akım algıya hitap eden Hollywood filmlerinden de gözlemleyebiliriz. Terminatör, David Cronenberg`in video teknolojilerini konu alan filmleri gibi özellikle 80`li yıllarda popüler olan filmlere baktığımızda, insanın makineye karşı olan korkusunu ve birbirlerini imha etme yarışında iki varlık olarak algılandıklarını gözlemlerken günümüze yaklaştıkça A.I., Transcendence, Automata, Ex Machina, Her gibi filmlere baktığımızda ise sibernetik estetiğin insan-makine ilişkisinde bütünleştirici etkisini ve makinelere ayrı bir varlık olarak saygı eksikliğini vurguladıklarını görürüz.

SONUÇ

Sibernetik sistemler ve bilgi teknolojileri, bir sanatçı için artikülasyonlarını ve işlerinin iletişim kalitesini güçlendirmek için kılavuz olabilir. Sibernetik estetik üzerine teoriler, sanat yapıtının konumlandırılacağı bağlamı, sosyal ve kültürel yaşamdaki yerini ve fonksiyonu belirlemekte rasyonelleştirilmiş kriterler sunar. Sanat yapıtının oluşumu ve alımlanmasında duygunun ve öznel süreçlerin, objektif bilgi karşısında ezilmediği rasyonel bir değerlendirme sistemi önerir. Duygu-düşünce, hissediş-kavram, rasyonel süreçler-duygusal süreçler, objektif bilgi-sübjektif bilgi kutuplaşmasının getirdiği bir dünya görüşü yerine bunları birleştirici bir yaklaşım öne sürmesinde olduğu gibi, kültürel olarak oluşturulan insan-makine ikiliğine de karşı durur. Bir başka ifadeyle, sibernetik, hibrit ve disiplinler arası niteliğiyle insan-makine-doğa arasındaki ayrımı belirsizleştirerek antroposantrik olmayan bir dünya görüşüne sahip olmamıza katkıda bulunur.

Son olarak, sanırım sibernetik sanatın sanatta dematerilizasyon sürecini hızlandırdığını, kavramsal sanatın günümüzdeki yerini kuvvetlendirdiğini, sanatta interaktivitenin ve bağlamsalcılığın daha güçlü bir yer edinmesine katkıda bulunduğunu söyleyerek ileri gitmiş olmam. Çünkü yukarıda bahsettiğim tüm özelliklerine ek olarak sibernetik sistemleri öne çıkaran yapıtlar, izleyici için birer uyarıcı olmalarının yanı sıra izleyiciyi de kendileri için birer uyaran olarak görmektedirler.4

Ozan Atalan

Kaynakça

[1] Herbert W. Franke, A Cybernetic Approach to Aesthetics, Leonardo, Vol, 10, Pegamon Press, UK, 1977, p 203-206.
[2] Gunner F. Gerlach, On Some Conditions of Aesthetic Production in a World Changed by Media, Wahrnehmung/Perception, Die Gastelten Verlag, Berlin, 1996, p 27.
[3] Etan J. Itfeld, Contemporary Art and Cybernetics: Waves of Cybernetic Discourse within Conceptual, Video and New Video Art, Leonardo, Vol. 45, No.1, 2012, p 58. (http://www.mitpressjournals.org/doi/abs/10.1162/LEON_a_00326?journalCode=leon#.VyKdrGNf9Op)
[4] Robert P. Weeks, Machines and the Man, A Sourcebook on Automation, Appleton-Century-Crofts, New York, 1961, p 293.
[5] Myron W. Krueger, Artificial Reality, Addison Wesley Publishing Company, University of Connecticut, 1981, p 240.
[6] Tom Sherman, Message to Electro Culture, Lamp’86, Syracuse University, Syracuse, 1986, p 17-18.

Bu yazı, Ozan Atalan ve Plato Sanat‘ın izniyle yayımlanmıştır.

Paylaş