Ozan Atalan
21. Yüzyılın estetik çeşitliliği “sibernetik estetik” ve onun uzantılarını da barındırıyor. Sanatçının ve izleyicinin algısal değişiminde rolü büyük olan bu estetik anlayış ve sıkı bir bağlantıda olduğu “bilgi teorisi”, sadece üretim dilini değiştirmekle kalmayıp sanatın alımlanmasının analizi için de rasyonel bir araç sunuyor. Peki nedir sibernetik estetik? Sanat üzerine gerek içerik gerekse form olarak etkileri neler? Sibernetik teknolojiler nasıl bir sanat dili oluşturdu ve bunu ne amaçla kullanıyor?
SİBERNETİK VE SANAT
Sibernetik ve Bilgi Teknolojisine Kısa Bir Giriş
İletişim, insan varoluşundaki en temel kavramlardan biri olmuştur. Beyinlerimizin veriyi bilgiye dönüştürme becerisi, edinilen bilgiyi daha geniş kitlelere ulaştırma ihtiyacını da beraberinde getiriyor. Görsel, işitsel, yazınsal, hareketli, kokusal, dokunsal farklı duyum araçları kullanarak iletişimin farklı yollarını deniyoruz ve sanat da bu iletişimin ulaşabildiği en yüksek form. Çünkü bu karşılıklı etkileşimi kendine özgü bir estetik kod ve yapı sistemiyle sağlıyor. Sanatın geçmişine bakarsak, Antik Yunan trajedilerinin katartik deneyimleri kamusal bilinç oluşturmak için toplum üzerinde bir kontrol mekanizmasına dönüştürdüğünü görürüz. Benzer şekilde, özellikle Orta Çağ`ın sonlarına doğru baskın olan skolastik öğreti de en az bilginin kendisinden çok bilginin aktarılmasına önem vermiştir. Liberal sanatların içerdiği Quadrivium (Aritmetik, Geometri, Müzik ve Astronomi) bilgi ve içerik arayışındayken, Trivium (Retorik, Gramer ve Mantık) bu içeriğin en doğru şekilde iletilmesinin peşindeydi. Durum bugün de özü itibariyle bundan çok farklı değil. Akademik çalışmalarda, bilimde, sanatta ve basında – ideal olarak – laf kalabalığının ve anlam karmaşalarının giderilip gerçeğin aktarılması, sağlıklı bir iletişim için olmazsa olmazdır.
Günümüze yaklaştıkça, makinelerin önemli rol oynadığı II. Dünya Savaşı döneminde, makineler aracılığıyla iletişimin büyük önem kazandığını ve dolayısıyla makinelerin iletişim dilini anlamak için kontrol mekanizmaları üzerinde hakimiyet kurmanın kaçınılmaz olduğunu görürüz. Böylece bilginin aktarımının makinesel bir boyuta ulaşmasıyla, Endüstri Devrimi sonrası değişen iletişim ve bilgi teorileri farklı bir boyut kazanmıştır. Mesajın kodlanması ve dekode edilmesi, savaş içinde olunan ülkelere karşı zafer kazanmak söz konusu olduğunda hayati bir öneme sahip olmuştur. Makineler ile ve onlar aracılığıyla birbirimizle iletişim kurma çabası, dönemin bilim insanlarının da odak noktası haline geldi. Bu derece gelişen insan-makine ilişkileri, yeni bilgi teorilerinin ve II. Dünya Savaşı`nın Almanlar karşısında İngilizler lehine sonuçlanmasını sağlayan şifre çözücü Bombe gibi icatların ortaya çıkmasını da sağlamıştır. Bugünün ileri programlama sistemleri, makinelerin insanlar arası iletişimdeki ve onların dilini çözmenin önemini gündeme getiren, Alan Turing ve dönemin diğer bilim insanlarının bu alandaki çalışmalarının uzantılarıdır.
1940`ların sonlarına doğru bir MİT matematisyeni olan Norbert Wiener tarafından bir kavram olarak tanıtılan sibernetik; birden fazla sistemin aynı anda geri bildirim, kontrol ve iletişim mekanizmalarına göre değerlendirmeye alınabileceği prensibinden hareketle, insan-hayvan-makine etkileşimini merkez alan çalışmaların tümünü ifade eder ve geri bildirim kontrolü ile bilgi teorisinden edinilen niceliksel bileşenlere sahiptir[1]. Bir başka deyişle, bilgi ve iletişim teorileriyle yakından alakalı olan sibernetik, insan ve insan dışı varlıkların karmaşık yapılarını geri bildirim ve kontrol mekanizmaları aracılığıyla analiz eden disiplinler arası bir sistemdir. Bu anlamda Norbert Wiener, iletişimi neden ve sonuç arasında tek yönlü bir yolculuk olarak görmektense, sibernetiğin bilgi değişimindeki döngüsel niteliğine vurgu yapmıştır. Öyleyse bilgi, iletişim, geri bildirim, kontrol mekanizması ve disiplinler arası yaklaşım sibernetiğin öne çıkan bileşenleri oluyor. Yirmi birinci yüzyılda bu terimin kullanımı, teknoloji kullanan herhangi bir sistemin kontrol mekanizmalarını işaret edecek kadar yaygınlaşmıştır.
Bu noktada, iletişim ve bilgi üzerindeki vurgusundan dolayı Claude E. Shannon`ın geliştirdiği bilgi teorisi göz ardı edilmemelidir. Shannon`ın ‘İletişim Sistemi Diyagramı’na göre bilgi, bir kanal aracılığıyla aktarılır ve bu aktarımın kalitesi, veride yer alan sinyallerin kanaldaki çokluğuna bağlıdır. Bu da demek oluyor ki Sahannon`ın teorisi, mesajın niceliksel özelliklerine atıfla, onun fiziksel ve statik durumuna odaklanıyor. Kanımca bu durum, iletişimi, bilgi aktarımında sinyallerin matematiksel ve istatistiksel olarak hesaplanabilirliğine dayandırarak fazla akılcı bir platformda değerlendiriyor. Ayrıca iletişim kanalında parazit ve bilgi arasında da bir ikilik oluşturulmasına yol açıyor.
Sibernetik ile yakından ilgili olarak, bilgi teorisi aynı zamanda artık bilgi ve entropi kavramlarını da beraberinde getiriyor. Tüm bunları sanatın iletişimsel yönüne uyguladığımızda, bilginin yapıta aşırı yüklenmesi ve yanlış bağlamsal bağlantıların, mesajın iletilmesinde laf kalabalığına ve izleyiciye ulaşmamasına ya da yanlış ulaşılmaya yol açabileceği sonucuna varabiliriz.
Sibernetik Estetik
Sibernetik teknolojik bir gelişmeden çok yeni bir felsefe sunuyor bize. İnsanı ve insana bağlı olguları daha ziyade yapısalcı bir yaklaşımla iletişim, sistemler, kontrol mekanizmaları ve insan-makine etkileşimi yoluyla kendi döngüselliği içinde anlamamız gerektiğini öneriyor. Prensiplerinin sunduğu düşünsel altyapıysa günümüzde bilim adamları, mühendisler ve sanatçılar tarafından hala kullanılmakta: yapay zeka, dinamik sistemler, sistem mühendisliği, sistem analizi, internet sanatı, bilgisayar sanatı ve interaktif bütün sanat formlarını içerecek şekilde sibernetik sanatta olduğu gibi.
Sibernetiğin sanatta kendisini ya sanatın fonksiyonu ya da konusu; bazen de her ikisi olarak gösterdiğini düşünüyorum. Bu ayrımın sınırları belirgin olmasa da, sibernetik estetiğin daha iyi anlaşılması için gerekli olabilir.
Bir yapıt sibernetik düşünüşün, neden olduğu sosyal değişimin etkisi altında üretilmiş ya da bir felsefenin tercümesi olarak doğrudan onu yansıtıyor olabilir. Son durumda sanatın sibernetiği onu konusu olarak edindiğini söylemek yanlış olmaz. Sibernetik fenomeni kabullenici ya da eleştirel olarak belli başlı bir görme biçimi haline getirmiş olan bu tip işlerin örneklerine bilgisayar ve net sanatında rastlayabiliriz. Bu sanat anlayışları, bilgisayarın çalışma mekanizmasından ve algılanabilir gerçekliğin arayüzler aracılığıyla resimsel simülasyonuna aktarımından etkilenmiştir. Net Sanatı, bilgisayar ürünü imajları kendine mal ederek ve bu sentetik resimsel dünyaları temsil eden işlerle ortaya çıkmıştır.
Bilgisayar ve internet sanatçıları, sibernetiğin çağdaş bir uzantısı olarak bilgisayar teknolojilerinin ve internetin dünyayı algılayışımızda yarattığı değişimden esinlenerek bu değişimin niteliğini de sorgulamışlardır: algımızın sınırı kısıtlandı mı yoksa genişledi mi? Sanal-dışı dünyaya özgü imajların, elektronik dilin pikselleşme ve glitch (görüntüde bozulma) gibi efektler taklit edilerek geleneksel yöntemlerle resim yüzeyine taşınması, yapıtlarda bilgisayar donanım ve yazılımlarının kullanılması, bu sanatçıların sibernetik düşünüşün sonuçlarını aşkınlaştırmalarına örnektir. Böylece sanal alanda da varlık kazanmış olan sanat, kurumsallaşma karşıtlığını ve materyalleştirsizleştirmeyi bir kez daha öne sürmüş; reprezentasyon karşısında iletişimi öne çıkarmıştır.
Bir yapıt, kontrol ve geri bildirim mekanizmalarıyla çalışıyor ise, sibernetik kendi estetiğini yaratan bir forma dönüşür. ICA Londra`da 1948 yılında, sibernetiği çıkış noktası olarak alan ‘Sibernetik Tesadüf` (Cybernetic Serendipity) adlı serginin metni, sibernetik bir aygıtın dış dünyadan gelen uyarıcılara cevap verdiğini ve buna bağlı olarak dış dünyaya etkide bulunduğunu söyler, tıpkı odadaki sıcaklık düşüşüne duyarlı olup ısıyı artıran bir termostatın geri bildirim gereği yaptığı gibi. Sergideki işler ya sibernetik bir aygıtla üretilmiş ya da kendi varlıkları sibernetiğin prensiplerine bağlı olmuştur. Çevrelerinde olup bitenlere, insan ya da insan dışı varlıklara tepki gösterirler, bunun sonucu olarak ise ses, ışık ya da hareket üretirler. Öyleyse çağdaş sanatta karşımıza çıkan seyirci etkileşimli işlerin sibernetik mekanizmaları bilinçli ya da bilinçsiz olarak kullandığını söylemek mümkündür. Sibernetik düşünüş, teknolojik sistemlerin ve bilgisayar teknolojilerinin uygulanmadığı neredeyse bir alan bulunmayan günümüz yaşantısında düşünümüzü ve davranışlarımızı bilinç dışı yollardan etkilemeye devam ediyor.
Nam June Paik`in TV Buddha ve Robot Ailesi video enstalasyonları da sibernetiği hem bir estetik değer hem de fonksiyon olarak taşır. Dikkatli baktığımızda bu işlerin yoğun bir sibernetik bilinç taşıdıkları ve insan-makine ilişkisine disiplinler arası bir boyut kattıkları açıktır. TV Buddha adlı işte, kamera bir Buda heykelinin sinyalini alır, fiziksel imajın sinyali elektronik yollardan monitöre iletilir ve bu kapalı geri bildirim döngüsünde fiziksel imaj, sinyal ve onun ekranda yarattığı imaj tek bir birim haline gelir.
Paik sibernetiğe olan ilgisini şu şekilde dile getirmiştir: Sibernetik, mevcut bilimler arasındaki ara bölgelerin keşfidir[2]. Sibernetik prensiplere göre çalışan TV Buddha kendi geri bildirim ve kontrol mekanizmalarını yaratır, bulunduğu çevreden gelen veriyi içine alıp kendine dönüştürebilen bir iştir.
TV Buddha sibernetik ve kültürel değişim açısından hibrid bir formdur. Bir Doğu felsefesi ikonu, bir Batı icadı aracılığıyla elektronik resimsel bir yüzeye aktarılmaktadır.
Robot Aile serisi, Nam June Paik`in, sibernetik estetik nosyonlarını taşıyan bir diğer işidir. Ona göre sibernetikleşmiş (bilgisayar programları aracılığıyla güdümlenmiş) sanat önemlidir, ancak sibernetikleşmiş bir hayat için yapılan sanat daha önemlidir ve ikincisinde sanat sibernetik olmak zorunda değildir…elektronik olarak güdümlenmiş bir hayatın yol açtığı boşluk, bu yaşam tarzına uygun bir sarsılmayı ve katarsisi de beraberinde getirir[3].
Bu enstalasyon serisi, geleneksel anlamda nesnenin fizikselliği ile videonun veriyi gerçek zamanlı olarak işlemesi özelliğiyle birleştirir. Bu özelliklerinden dolayı Nam June Paik`in işleri, video teknolojilerinin sibernetik amaçlarla dönüştürülmesine öncülük etmeleri ve insan-hayvan-makine ilişkilerine farklı bir boyut getirmeleri bakımından sibernetik estetik için oldukça önemlidir. Bu işler aynı zamanda videonun en temel özelliklerinden birine, yani gerçek zamanlı veriyi elektronik görseller aracılığıyla, filmde olduğu gibi zaman ve mekan illüzyonu yaratmadan olduğu gibi aktarması özelliğine de kavramsal bir vurgu yapar. Video sanatının, kavramsal sanatın materyalleşsiztirme trendini, fiziksel objeleri doğrudan görsel temsillere dönüştürerek sürdürdüğü fikrinden hareketle, sibernetiğin aynı zamanda kavram ağırlıklı sanatın devamında da rolünün olduğunu söyleyebiliriz.
Sibernetik anlayış ve sanat arasındaki bağlantıyı resim, enstalasyon ve video sanatından bazı örnekler üzerinden inceledikten sonra, yazım, üretimde ve sanatın alımlanmasında sibernetik anlayışın eleştirisi ile devam edecektir.
Ozan Atalan
Kaynakça
[1] David A. Mindell, Cyberbetics, Knowledge Domains in Engineering Systems, 2000. (http://web.mit.edu/esd.83/www/notebook/Cybernetics.PDF)
[2] Carolyn Kane, The Cybernetic Pioneer of Video Art: Nam June Paik, 2009. (http://rhizome.org/editorial/2009/may/06/the-cybernetic-pioneer-of-video-art-nam-june-paik/)
[3] Julia Friedman, 2014, http://hyperallergic.com/163590/nam-june-paiks-robot-dreams/
Bu yazı, Ozan Atalan ve Plato Sanat‘ın izniyle yayımlanmıştır.