Anlatılar Söyleşi Serisi: Güneş Terkol

Please click for English

Söyleşi: Seniha Ünay / Hakkında
Çeviri: Burçin Nilay Kalınbayrak / Hakkında

Anlatılar Söyleşi Serisinin Nisan ayı konuğu, sanatçı Güneş Terkol. Terkol ile üretimlerinin temelinde yatan meseleler, pankart atölyeleri ve müzikle olan ilişkisi üzerine söyleştik. Bazen kolektif düşünmenin bazen kolektif üretmenin olanaklarına bazen de bireysel anlatıdaki güce dair bir iz sürme  fırsatı bulduk.

“Genellikle kadınların, kalıplaşmış cinsiyet ve sınıf ayrımlarına direnmek ve kendi kimliklerini savunmak için buldukları yolları inceliyorum.”

Çalışmalarınızda toplumsal cinsiyet normlarına ve sınıf stereotiplerine başkaldıran bir içerik var. Özellikle kadına dair güçlü imgeler barındıran bir çizgi roman hikayesi görüyoruz sanki. Dolayısıyla bu üretimlerinizde özellikle biçim olarak mizahi, ironik bir taraf olduğunu da düşünüyoruz. Bunlar kimin hikayesi? Üretim dilinizden bahsedebilir misiniz?

Genellikle kadınların, kalıplaşmış cinsiyet ve sınıf ayrımlarına direnmek ve kendi kimliklerini savunmak için buldukları yolları inceliyorum. Toplumsal cinsiyet konularıyla ilgileniyorum. Aynı zamanda masalları, mitolojik hikayeleri, kendi geçmişimi ve rüyalarımı işlerimde kullanıyorum.

Güneş Terkol, “Harekete Geçiren Başlıca Güçler”, Yerleştirmeden görünüm, NON, İstanbul, 10.02-17.03.2012. Fotoğraf: Serkan Tunç

“Kumaşın hafif, taşınabilir, ekonomik bir malzeme olması bana büyük bir özgürlük verdi.”

Üretimlerinizde tekstil öne çıkan malzemeler arasında. Sanıyoruz ki daha özelde sera kumaşı bu. Bu malzemenin anlamından, tercih sebebinizden ve bu malzemeyi sebze ve meyvelerin suları ile renklendirmenizden bahsedebilir misiniz?

Yaklaşık 17 yıldır tekstil malzemesi ile çalışıyorum. Mimar Sinan Üniversitesi Resim Bölümünde öğrenciyken kendimi ifade edecek malzemeleri araştırıyordum ve uygulamalı halı atölyesini seçmiştim. 2 yıl boyunca güncel sanat tartışmaları yaptığımız atölye ortamında bir halı dokudum.  Dokuyarak iş üretmek pratiğime yeni bir soluk kattı. Aynı dönem İstanbul’daki dikiş atölyeleri ve fabrikalardan topladığım kumaş artıklarını biriktirerek kendi paletimi oluşturmaya ve kolaj çalışmaları yapmaya başladım.

Kumaşın hafif, taşınabilir, ekonomik bir malzeme olması bana büyük bir özgürlük verdi.

Son yıllarda severek kullandığım kumaş, pamuklu ve transparan bir malzeme. Hem bitkilere koruyucu gölge işlevi görmek hem de insanların yaralarını iyileştirmek için kullanılan bir malzeme. Sera bezi, gaz bezi veya gölgelik olarak kullanılan beyaz kumaşı kendim renklendirerek dönüştürüyorum. Bazen pancar, soğan kabuğu, tütün yaprağını kullanarak doğal boyalar yapıyor, kaynatıyor, güneşte kurutuyorum. Malzeme  bana ikinci teni hatırlatıyor. Kırılgan bir malzeme olsa da hikayelerimi taşıyacak güce sahip. Mekana ve ışığa göre şekil değiştirebiliyorlar. 

Güneş Terkol, “Mesafe Sözlüğü”, Kumaş üzerine dikiş, 72×92 cm, “Kristal Berraklığı” sergisinden, Pera Müzesi, İstanbul, 22.12.2020-07.03.2021.

“İzleyiciyi kumaşlar arasında dolaşmaya, dolaşırken kaybolmaya ve kendini bulmaya davet ediyorum.”

Çalışmalarınızda, göz hizasından yukarıya asılan, mekan ve izleyici üstündeki konumuyla bakışı değiştiren, uçuş uçuş bir sergileme biçimi var. Örneğin 2020 tarihinde Pera Müzesinde açılan “Kristal Berraklığı” sergisindeki “Mesafe Sözlüğü” çalışmanızda; 2016 tarihli 32. Sao Paulo Bienalindeki çalışmalarınızda; 2015 tarihinde Roma Maxxi Müzesinde gerçekleşen “İstanbul: Tutku, Sevinç, Öfke” sergisindeki “Duyduklarına İnanamadı” çalışmanızda olduğu gibi. Masalsı, fantastik ve bir o kadar da ulvi bir atmosfer… Adeta içeriği gibi başkaldıran bir form. Bu sergilemenin olanaklarından, bu atmosfere dair sizin bakış açınızdan söz edebilir misiniz?

Son yıllarda genellikle seri işler üretiyorum. İşlediğim incecik şeffaf kumaşlar birbirini takip ediyor, peş peşe ya da üst üste geliyor; renkler ile anılar, öyküler ile rüyalar böylece birleşiyor. İşlerimi yerleştirirken pencereleri, boşlukları ve tavanı kullanıyorum. İşler uçuşkan ve transparan oldukları için taşıdıkları imajlar birbirlerinin arkasından görünüyor. Taşıdıkları hikayeler iç içe geçiyor. İzleyiciler içinden geçebiliyor ve kendi hikayelerini oluşturuyorlar. İzleyiciyi kumaşlar arasında dolaşmaya, dolaşırken kaybolmaya ve kendini bulmaya davet ediyorum.

Güneş Terkol, “Holografik Kayıt”, Kumaş üzerine dikiş, ses ve video yerleştirme 2014. “6 Sanatçı Öncülünü Arıyor” sergisinden, Akbank Sanat, İstanbul, 23.12.2020-13.02.2021.

“Beraber ses yapmak ve atölyeme dönüp kendi arka bahçemde iş üretmek, yani  iki kanalı eş zamanlı sürdürmek çok besleyici oluyor.”

Güçlü Öztekin ile HA ZA VU ZU kolektifinin kurucu üyelerisiniz. Yine Güçlü Öztekin, Oğuz Erdin ve sizden oluşan Guguou grubu olarak müzik üzerine çalışmalarınız olduğunu biliyoruz. Buralardaki kolektif ruhtan ve müziğin üretim sürecinizde sizin için nasıl bir ifade biçimi olduğundan bahsedebilir misiniz?

Evet, HA ZA VU ZU 2005 yılında kuruldu. İstanbul dışında Almanya, Fransa, Litvanya, İngiltere ve Çin gibi farklı ülkelerde sergiler, performanslar ve konserler düzenledik. Sanat ve performans kolektifi olan grubumuzda bizi bir araya getiren motivasyon ses olmuştu. Basit ve pratik bir çalışma modeliyle haller tasarlamayı amaçlıyorduk ve başkaları ile çalışmaya önem veriyorduk. On yıldan fazla bir süre müzik, video ve performans gibi çeşitli disiplinlerde çalışmalarımızı sürdürdürdük. Müziği daha fazla ön planda tutan bir grup olan Guguou’nun temelleri; 2017 yılında benim Sao Paulo Bienaline davet almam  ve orada HA ZA VU ZU ekibinden Güçlü Öztekin ve Oğuz Erdin ile bir performans vermemiz ile  atıldı. Deneysel pop müziği olarak adlandırılabilecek tarzımızla iki yıl önce “Pas Matri” isimli albümümüzü yayımladık. Albümde Bora Çeliker de bize katıldı. Şu anda ikinci albüm hazırlıkları ve bir video projesi üzerine çalışıyoruz.  Beraber ses yapmak ve atölyeme dönüp kendi arka bahçemde iş üretmek, yani  iki kanalı eş zamanlı sürdürmek çok besleyici oluyor.

Güneş Terkol, “Kadınların Şarkısı”, Kumaş üzerine dikiş, 190×300 cm, 2. Antakya Bienali, 15.10-20.11.2010.

Kolektif olarak üretme biçimlerinizden biri de pankart projeleriniz. Antakya’da kocası Arabistan’da çalışan kadınlarla yaptığınız pankartlarınız, Londra’da Middlesex Street Estate sosyal konutlarında göçmenlerle gerçekleştirdiğiniz “Evim Kalbimdir” pankart projeniz gibi. Bu iki projenizden ve üretim aşamasında bireysel ve katılımcılarla birlikte üretmek üzerine fikir ve görüşlerinizden bahsedebilir misiniz?

2010 senesinden beri farklı ülkelerde farklı profildeki kadın katılımcılar ile pankart atölyeleri gerçekleştiriyorum. Türkiye, Çin, Almanya, Avusturya, İtalya ve Birleşik Krallık’ta farklı geçmişleri olan kadınların hikayelerini, isyanlarını, hayallerini taşıyan toplam sekiz pankart çalışması yaptım.

Atölyeler, farklı konumları görme, kabul etme, öğrenme üzerine yüz yüze bir çalışma ortamı yaratıyor. Her bir pankart çalışması, kolektif düşünce süreci ile bireysel anlatımları koruyarak ortak bir çalışma sürecini hedefliyor. Katılımcılar ile cinsiyetçi, ırkçı, sınıfçı olmayan görsellere yolculuk yapmaya çalışıyoruz.

Her bir pankart için arka planı, şehre ve konuya göre önceden tasarlıyorum. Genelde, arka planda şehrin panoraması, önde ise anonim kadın figürler ve taşıdıkları pankart veya konuşma balonları şeklinde boş alanlar yer alıyor. Katılımcıların fikirleriyle bir araya gelerek tamamlanıyor.

Atölyeler, açık çağrı ile katılmayı düşünen tüm kadınlara  ücretsiz  olarak düzenleniyor. Genelde bir hafta veya bir ay süren buluşmalar yapılıyor. Katılımcılar, atölye çalışmaları esnasında önce belli bir konu başlığında bir ön sohbete davet ediliyor; ardından dikiş, çizim, söz, vs. gibi üretim ile meşgul olurken bir yandan da kendi hayatları ve karşılaştıkları zorluklar üzerine konuşma fırsatı buluyor. Böylece kadınların kendi aralarında sosyalleşmesini sağlayan bu atölyeler, önemsediğimiz konular üzerine rahatça konuşabildiğimiz bir alan açıyor.

İlk pankart atölyemi, Arzu Yayıntaş ve Dessislava Dimova küratörlüğünde yapılan 2. Antakya Bienali kapsamında gerçekleştirdim.

Güneş Terkol, “Kadınların Şarkısı”, (Detay), Kumaş üzerine dikiş, 190×300 cm, 2. Antakya Bienali, 15.10-20.11.2010.

“Bu pankart aslında küresel ekonominin ve endüstrileşmenin sonucu oluşan göçmen işçilerin ve geride kalan ailelerinin hayallerinin bir şarkısı.”

“Kadınların Şarkısı” isimli pankart 2010 yılında, Antakya’da eşleri Orta Doğu ülkelerinde çalışan kadınlarla yapılan atölyenin bir ürünü. Kamusal alanda kendilerini ifade etme şansını çok fazla yakalayamamış bir grup olması nedeniyle de önemliydi. Kocalarını yılda sadece bir ay görebilen  kadınlarla, bölgesel olarak normalleştirilmiş olan bu durum hakkında görüşleri, ne hissettikleri ve gelecek hayalleri üzerine tartıştık. Bu pankart aslında küresel ekonominin ve endüstrileşmenin sonucu oluşan göçmen işçilerin ve geride kalan ailelerinin hayallerinin bir şarkısı. Pankartta, Antakya şehrinden esinlenerek yaptığım bir aslan figürünün üzerinde pastoral bir manzara var. Bu manzara üzerinde duran anonim kadın figürlerinin ellerindeki bayrakları, hayallerini ya da mesajlarını yazmaları için atölyeye katılan kadınlar hazırladı. Bu imgenin etrafında yer alan otobüs, kamyon gibi taşıt görselleri ve uçan erkek figürleri de kadınların bekleyişini vurguluyor.

İlk atölye çalışmasının ardından farklı ülkelerde birbirinden farklı deneyimler yaşadım. Bu nedenle Londra’dan davet geldiğinde daha kapsamlı bir proje oluşturdum. Kamusal alana yayılan ve daha uzun soluklu bir şekil aldı.

“Evim Kalbimdir” isimli pankart 2017 Mayıs ayında Fatoş Üstek küratörlüğünde ve Whitechapel Galeri iş birliği ile Londra’da Art Night etkinliği kapsamında gerçekleştirildi. Londra’da katıldığım bir aylık sanatçı konuk programı esnasında Middlesex Street Estate sakini bir grupla çalıştım. Londra’da göçmenlere tahsis edilmiş iki konuttan biri olan Middlesex Street Estate, 1965- 1970 yılları arasında Londra Mimarlar Birliği tarafından inşa edilen, içinde oyun alanları, garaj bulunan ve konut sakinlerinin katkısıyla da peyzajı gerçekleşmiş bir avlunun etrafını çevreleyen 23 katlı bir bloktan oluşuyor. Bu konutun atölyesinde bir ay boyunca atölye çalışması yaptık. Pankarttaki hikayelerden bahsedecek olursam merkezde bir konut imajı var. Aynı anda gece ve gündüzün olduğu gökyüzünde şehre ait nehir ve mimari öğelerin olduğu bir fon var. Apartmanın pencerelerinden dışarı bakanlar ise anonim karakterler. Hepsinin kendine ait birer ses balonu var ve hepsi yan yana gelmiş bize hayallerinden ve düşüncelerinden bahsediyorlar. Brexit, kentsel dönüşüm, değişen ekonomik koşullar, semt sakinlerinin ümitleri, düşleri, şehrin eksiklikleri ve gereksinimleri üzerine konuları içeren bir pankart hazırladık. “Evim Kalbimdir” ismini beraber belirledik. Ortaya çıkan çalışma, Londra Metropolitan Üniversitesinin altı okulundan biri olan Sir John Cass Sanat, Mimarlık ve Tasarım Okulu (The Cass) binasının sokağa bakan sergi salonunda sergilendi. Açılış akşamı, doğu Londra sokaklarında, bölge sakinlerinin katılımıyla pankart taşıyarak ve kuş bandosu eşliğinde bir performans gerçekleştirdik.

Projenin bir diğer heyecan verici yanı da pankartın, Londra Belediyesinin katkılarıyla 4 m x 12 m ölçülerinde büyütülerek sosyal konutun dış duvarında kalıcı bir duvar resmi haline getirilmesi oldu.

Güneş Terkol, “Evim Kalbimdir”, Kumaş üzerine işleme, 200×300 cm, 2017. “İlk Raunt” sergisinden, Galata Rum Okulu, İstanbul, 06.03-12.05.2018. Fotoğraf: Güncel Sanat Arşivi

Güneş Terkol’a teşekkürlerimizle.

  • Güneş Terkol hakkında daha fazla bilgi için internet sitesini ziyaret edebilirsiniz.
  • Güncel Sanat Arşivi’ne ait olanlar dışında, bu söyleşide yer alan tüm diğer fotoğraflar, sanatçının internet sitesinden izniyle kullanılmıştır.
  • Bu söyleşide yer alan tüm görsel ve yazılı içeriklerin hakları saklıdır. Kaynak göstermek koşulu ile alıntı yapılabilir. Fotoğraflar için lütfen sanatçı ile iletişime geçiniz.

Anlatılar Söyleşi Serisiyle ilgili daha fazla bilgi için tıklayınız.

Please click for English

Paylaş