13. Sharjah Bienali İstanbul Ayağı Bahar

Doğanın, nesnenin ve insanın gücünü böylesine güzel bir mekanın, zamana karşı koyan etkisiyle bütünleştirip insanı mutluluktan ağlatacakmış gibi büyüleyen ve şaşırtan bir sergi!

Yazı: Burçin Nilay Kalınbayrak

Sharjah Sanat Vakfı tarafından, Christine Tohmé küratrölüğünde 13.sü düzenlenen Sharjah Bienali; Dakar, Ramallah, İstanbul, Beyrut ve Sharjah gibi farklı şehirlere uzanarak izleyicilere sergilerle birlikte çok geniş sanat etkinlikleri sunuyor. 

Sharjah Bienali’nin İstanbul ayağı Bahar da bu çerçevede film gösterimleri, konuşmalar, söyleşiler ve çeşitli yayınlardan oluşan kapsamlı programıyla 23 Mart’ta Salt Galata’da başladı. Sharjah Bienali dahilinde, küratörlüğünü Zeynep Öz’ün yaptığı sergi ise Abud Efendi Konağı’nda 13 Mayıs’ta açıldı.

Mahsul teması etrafında kurgulanan sergi, konağın bütününe yayılarak mekanın eskiyen yüzünü yenileyip etkileyici ruhunu ortaya çıkarıyor ve bir serginin ötesine geçip izleyiciyi içine çeken bir deneyim sunuyor. Sergi, 13 Mayıs – 10 Haziran 2017 tarihleri arasında görülebilecek.

Abud Efendi Konağı

Masallara Açılan Kapılar…

Abud Efendi Konağı, her biri başka bir masala açılan kapıları ve sizi sürprizlere götüren koridorlarıyla geçmişi bugünle birleştiren bir sergiye ev sahipliği yapıyor. 13. Sharjah Bienali İstanbul ayağı Bahar kapsamında Zeynep Öz küratörlüğünde düzenlenen sergi, konağın her bir köşesine yayılarak sizi hem mekanla hem de sergideki her bir işle bütünleştiriyor.

Konağın kapısından içeri girdiğinizde hemen karşıdaki odada sizi João Modé‘nin “Kara” isimli işi karşılıyor. Birbirinden farklı bitkiler ve ağaçlarla odayı baştan aşağı ormana çeviren iş, farklı köklerden gelip aynı toprağı paylaşma duygusunu vurguluyor. Modé’nin mikro ormanında dolaşırken bir yandan da tatlı ve hoş ikilemlere düşüyorsunuz. Uzun zamandır içinde yaşanmayan bir mekanın yıllar geçtikçe dönüşebileceği durum sizi düşündürürken aynı zamanda huzurlu bir ormanda geziyor olmanın ferahlığını hissediyorsunuz. Diğer taraftan mekanın incelikle işlenmiş tavanına doğru uzanan ağaçlar, zemini tamamen kaplayan toprak ve pencerelere ulaşmayı engelleyen bitkiler, insan ve doğa arasındaki uyum kadar çatışmayı da gözler önüne seriyor.

João Modé, “Kara”, Enstalasyon, Bitki, Toprak, Bulunmuş Objeler, Farklı Ebatlarda / “Land”, Installation, Plants, soil, found objects, Variable dimensions, 2014-2017.

Girişten konağın içerilerine doru ilerlemek için geçilen karanlık koridor, uzaktan gelen bir ışıkla yavaş yavaş aydınlanıyor. Koridor, Pınar Öğrenci‘nin “Yalnızca Ölü Balık Akıntıya Kapılır” isimli yerleştirmesine açılan bir girişle son buluyor. Üremek için Van Gölü’nden tatlı sulara doğru ilerleyen inci kefalinin akıntıya karşı yüzmek zorunda kaldığı azimli varoluşunu gözler önüne seren çalışma, yaşama mücadelesini vurguluyor. Odayı tamamen kaplayan video ve ses yerleştirmesi, sadece duvarları ve odadaki diğer nesneleri değil izleyiciyi de içine alarak, kendini önüne çıkan her şeyden yansıtıyor.

Pınar Öğrenci, “Yalnızca Ölü Balık Akıntıya Kapılır”, Çok Kanallı Video Yerleştirme, HD, Renkli / “Only Dead Fish Go With the Flow”, Multi-Channel Video Installation, HD, Colour, 2017.

Öğrenci’nin işinin içinden geçip odanın arkasında kalan kapının ardında ne var diye çekinerek baktığınızda, nispeten küçük bir odanın nasıl da kocaman bir basketbol sahasına açıldığını görmek tüylerinizi diken diken ediyor. Sanki bir masal diyarından bir başkasına geçiyorsunuz. Duvarları dökülmüş, yosunlarla kaplanmış sahanın ortasında duran masa ve masanın iki ucunda karşılıklı duran iki sandalye ise daha sonra çatı katında karşılaşacağınız başka bir işe sanki gönderme yapıyor. Konağın zeminiyle çatısını birbirine bağlayarak, tüm varoluşunu bütüncül hale getiriyor.

Zemin katta yer alan bir diğer iş, Ayça İnce & Begüm Atakan‘ın, konağın mutfağını turşu atölyesine çevirdikleri çalışmaları “Turşusunu Kurdum”. Sebzelerin besin değerini korumak için yapılan turşulama işlemiyle zamanı organik anlamda yavaşlatarak sürece odaklanan çalışma, bir yandan da mekanın zamana karşı duruşunu ve kaybolmayan ruhunu besliyor.

Zemin kattan ayrılıp yukarı katlara çıkmak için merdivenlere yöneldiğinizde, Signs of Time‘ın, en üst kattan zemine kadar uzanan “K’AAD, KAAT, KAYIT, KAĞIT” işiyle karşılaşıyorsunuz. Burak Ata, Ecem Yüksel, Huo Rf, Sabo ve Sena’nın, el yapımı kağıt, gazete, dergi, toprak, kil, tutkal, yaprak gibi çokça malzemeye müdahale ederek hazırladıkları kolaj yerleştirmesi, merdivenlerden çıkarken size eşlik ediyor.

Signs of Time, “K’AAD, KAAT, KAYIT, KAĞIT”, El Yapımı Kağıt, Kolaj Yerleştirme / Handmade Paper, Collage Installation, 2017.

Birinci kata çıktığınızda her odanın kendisiyle bütünleşen işlerle karşılaşıyorsunuz. Bunlardan biri olan, torna ve folio dergisinin ortak çalışması “Bu Kitabı Bir Kadın Yazdı” isimli yerleştirme, Charlie Coffey ve torna’nın kurucusu Merve Kaptan’ı bir araya getiriyor. Tarih, ağırlık ve harabe konuları üzerine inşa edilen yerleştirme, kelimeleri bir kara tahtada, küçük eski bir televizyonda, kağıtlarda sorguluyor ve ortaya döküyor.

torna (folio ile), “Bu Kitabı Bir Kadın Yazdı”, Farklı Enstalasyon Parçaları (Charlie Coffey ve Merve Kaptan) / torna (with folio) “A Woman Wrote This Book”, Various Installation Pieces by Charlie Coffey and Merve Kaptan, 2017.

Birinci katın en dikkat çekici noktası süphesiz Das Art Project tarafından düzenlenen “Genetiğiyle Oynanmış” projesi. Sanki yine bir masal diyarından başka bir masal diyarına geçiyormuşsunuz gibi yeni bir koridordan yeni sürprizlere doğru ilerliyorsunuz. Dökülmüş duvarları sarı ışıkla aydınlanan koridora girdiğinizde sizi tavandan sarkan Güssol‘un fotoğrafları karşılıyor. Koridordan içeriye doğru ilerlediğinizde Uygar Demoğlu‘nun “Feza” isimli video yerleştirmesinin karanlık odalardan birini aydınlattığını görüyorsunuz. Koridorun sonlarındaki en dip odalardan birinde ise Can Küçük‘ün neredeyse iki metrelik “Buradaki Çocuklar” yerleştirmesi yer alıyor. Küratörlüğü Çisem Asya Albaş, Oğulcan Haşlaman ve Alper Turan tarafından yapılan “Genetiğiyle Oynanmış” ayrıca Beril Ece Güler, Bora Oğulsoy, Muhittin Can ve Tarık Töre‘nin de işlerine yer veriyor.

Güssol, “0-1”, İki Adet Arkalı Önlü Fotoğraf / Two Double Sided Photos, 2 x (173×60 cm), 2017. “Yakalanmış Hayat”, Arkalı Önlü Fotoğraf / “Captured Life”, Double Sided Photo, 133×55 cm, 2017. “Savunmasız Savunucu”, Arkalı Önlü Fotoğraf / “Defenseless Defender”, Double Sided Photo, 83×83 cm, 2017.

Bu katta aynı zamanda Onur Gökmen‘in “Bütün Irmaklar Denize Akar, Yine de Deniz Dolmaz” videosu, Joana Hadjithomas & Khalil Joreige‘in “Saklı İmgeler” fotoğraf yerleştimesi, Olivia Plender‘ın “Anlamlı Konuşmayı Öğrenmek” isimli ses yerleştirmesi , Edward S. Porter‘ın “Sanatçının İkilemi” sessiz filmi ve Bryony Dunne‘un “Hayvanat Bahçesinden Tohumlar” heykel yerleştirmesi de görülebilir.

İkinci kata çıkarken mor bir ışık sizi kendinize çekiyor. Daha henüz merdivenlerdeyken bile kendini belli eden ve tüm kata yayılan ışığın geldiği odaya girdiğinizde Aslıhan Demirtaş‘ın “Hep Bahar” isimli yerleştirmesiyle karşılaşıyorsunuz. Aynı zamanda, Tolga Tüzün tarafından bu iş için bestelenen “Agrosomnic Dreams” ses işi de size eşlik ediyor. Sera teknolojisinden yola çıkarak tarımda güneş ışığı yerine geçen özel floresan lambaların kullanıldığı devasa kurgu, sürekli üretmenin mümkün olup olmadığını sorguluyor.  Bununla birlikte işin yaydığı ışık, tüm odayı mora boyarken geçmişi de kendine göre yorumluyor. Özellikle de odanın incelikle işlenmiş tavanı, ışıkla yeniden tanımlanarak sanki yeni bir yüzyıla uyanıyor. Geçmiş, güncel olanla tüyler ürpertici bir şekilde birleşiyor. Sergideki tüm işlerin, konağın sanki bir parçasıymış gibi mekanla bütünleştiği bir gerçek ama “Hep Bahar” yerleştirmesinin bunu en iyi başaran işlerden biri olduğunu söylemek mümkün.

Aslıhan Demirtaş, “Hep Bahar”, Enstalasyon / “It is Always Spring”, Installation, 2017.

Diğer bir odada Bengi Güldoğan‘ın “Kalhana” isimli yerleştirmesi yer alıyor. “Kalhana”, gerçeklik ve hayalin kırlarda, tarım coğrafyalarında, harman zamanlarında ya da mahsul yığınlarında bütünleşmesini gözler önüne seriyor. Masanın üzerinden, duvarın içinden dökülmüş tohum kalıntıları ve onların arasından küçük bir vaha gibi kendini var eden yeşillik, odayla bütünleşirken sanki Van Gogh’un tarlalarının renklerini yeniden canlandırıyor.

Bengi Güldoğan, “Kalhana”, Enstalasyon / Installation, 2017.

Başka bir odada Sena Başöz‘ün “Mutlak Gerçekliğin Yanıp Sönen Işığında” isimli, karton ve tül kutularla birlikte farklı boyutlardaki pembe toplardan (tohum) oluşan ve bütün odayı kaplayan yerleştirmesiyle karşılaşıyorsunuz. Bir sorunu mantıkla çözmek için parçalarını kategorilere ayırıp farklı kutulara koyarak düzenlemek gerekir diyor sanatçı. Peki bu kutular mutlaka karton mu olmalı? Sorunlara bakış açımızı değiştirmek için parçalarını yerleştirdiğimiz kutuları değiştirsek, bu kutular tülden olsa ve içlerine ışık girse, ışık farklı bir açıdan gelse nasıl olur? Nereden çıktığı belli olmayan pembe parlak tohumlar ışık olamaz mı? gibi sorular soruyor. Bir yadan da sanki tek bir formun farklı evrenlerdeki yansımalarının nedensizce bir araya gelmesini resmediyor gibi. Bu bir araya gelişin bir kaos yaratmasını beklerken tam tersine huzurlu hissediyorsunuz. Duvar tarafına yığılmış kapalı karton kutuların verdiği belirsizlik hissi, pencerenin önüne yığılmış tülden kutuların ileriyi görmeye izin veren şeffaflığıyla dengeleniyor. Bazıları kutuların içinden, bazıları da odanın ucundaki daha küçük bir odadan çıkan pembe tohumlar ise kutuların keskinliğini yumuşatıp, renksizliğini alıyor. Kısacası dengesizlikte denge, huzursuzlukta huzur, renksizlikte renk, belirsizlikte şeffaflık gözler önüne seriliyor.

Sena Başöz, “Mutlak Gerçekliğin Yanıp Sönen Işığında”, Enstalasyon / In the Uncertain Light of Single, Certain Truth”, Installation, 2017.

İkinci katın diğer odalarındaysa Ülgen Semerci & Burcu Yağcıoğlu‘nun “Karanlıkta ve Sıcakta” yerleştimesi, Deniz Tortum‘un “Geceleri Bilgisayar” video yerleştirmesi, Merve Ertufan‘ın, “Bir Cavap Şaşırtabilir mi?” video yerleştirmesi ve Ali Taptık‘ın “ArchieveSET 14.0” yerleştirmesi görülebilir.

Çatı katında ise bizi, çizimler, nesneler ve seslerle kurulmuş Alev Ersan‘ın “Üç Ayinli Oda” yereştirmesi karşılıyor. Çizimlerin Alev Ersan’a ait olduğu, ortak anlatının Burcu Borhan Türeli, Suna Kafadar ve Alev Ersan tarafından yapıldığı ve ses tasarımının Cenker Kökten‘e ait olduğu yerleştirme; hafızlarda kalan hikayelerin, geçen zamanın, birlikte yaratılan ifadelerin duyulması, dinlenmesi, görülmesi ve unutulmaması için var oluyor. Tavandaki pencerenin hemen altına yerleştirilen döşek ve çamaşır gibi asılmış desenlerle kurgulanan iş, sanki bir köy evinin sıcak hatıralarına gönderme yapan nesneleri bir araya getiriyor. Konağın zeminindeki basketbol sahasında karşılaştığımız eski sandalyeler burada da karşımıza çıkarken, yerleştirmenin vurguladığı zaman ve hafıza temalarına ışık tutar gibi hem sergiye başladığımız ilk anları hem de mekanın başlangıç noktasını hatırlamaya çağırıyor. Çatı katının yan tarafında yer alan daha küçük odada ise üzerinde desenler olan kesilmiş kağıtlar, dökülmüş duvar boyasıyla tam anlamıyla bütünleşiyor ve adeta geçirgen, yeni bir duvara dönüşerek mekanı sanki yeniden inşa ediyor. Odanın ortasındaki iki sandalye ise ulaşmaları mümkün olmayan pencerelere dönmüş halde ulaşılamayanı bekler gibi duruyor. En azından yan yana olmaları insanı mutlu ediyor.

Alev Ersan, “Üç Ayinli Oda”, Ses ve çizimlerle kurulmuş bir oda / “A Room in Three Rites”, Sound, voice and drawings, 2017.

Çatı katıyla birlikte sergiyi tamamladığınızı sandığınız ve konaktan çıkıp gitmek üzere olduğunuz anda girişin hemen ilerisindeki küçük bahçeden geçerek aşağıya inilen bir mahzen olduğunu fark ediyorsunuz. Burada Fatma Belkıs‘ın “Bataklıkta Fert Değil” isimli yerleştirmesiyle karşılaşıyorsunuz. Bataklık kuşu ve balığını tek bir vücut haline getiren Belkıs, bataklığın içinde ve çevresinde yaşayan her şeyin bireysel olarak değil, bataklığa özgü bir bütün olarak anılmasını vurguluyor. Bu şekilde, serginin mekanla bütünleşen ve mekanı tamamlayan yapısına, bir anlamda gönderme yaptığı hissedilebilir.

Fatma Belkıs, “Bataklıkta Fert Değil”, Enstalasyon / “Not a Unit in the Marsh”, Installation, 2017. 

Özetle, sergideki tüm işlerin tek bir bütün gibi birbiriyle iletişim kurduğu ve bunu yaparken aynı zamanda mekanla bir bütün haline geldiği söylenebilir. Tüm işler, yerleştirildikleri odayı, duvarı, boşluğu kendisine ait bir mekana dönüştürürken, mekanı da bir bütün olarak algılamamızı sağlıyor. İşlerin renkleri, dokuları, kenarları, köşeleri, mekanın renkleriyle, dokularıyla, kenarlarıyla, köşeleriyle birleşiyor. Bununla birlikte işler, mekanı tamamlarken aynı zamanda da canlandırıyor. Sergiyi gezerken geçmişin şimdiyle nasıl uyumlu bir şekilde yan yana geldiğine şahit oluyorsunuz. Bugün odalarında güncel sanatın örneklerini gördüğümüz bu konakta kim bilir kimler yaşamıştı diye düşünmekten kendinizi alamıyorsunuz. Mekanın özenle işlenmiş tavanları, kapıları, pencereleri ve bütün güzel ayrıntıları sanki serginin bir parçasıymış gibi izleniyor. Mekan, daha önce orada hiç bulunmamış insanlar tarafından yeni anlamlar kazanıyor. Mekanın kendisi, soyut ve somut olarak mekanın yeniden üretildiği bir kavrama dönüşüyor. Böylece mahsul teması, hem sergideki işlerde hem de mekanın kullanımına yönelik sergileme biçiminde kendini gösteriyor.

Sonuç olarak, serginin son gününe koşturarak yetiştiğime tam anlamıyla değdiğini ve sergiyi gezmek için içeriye adımımı attığım ilk andan son ana kadar büyülendiğimi açıkça söyleyebilirim. Bunun; Abud Efendi Konağı’nda ilk defa bir sergi gezmiş ve konağın güzelliğine hayran kalmış olmamla alakası olduğu kadar, küratör Zeynep Öz’ün başarısıyla da alakası olduğu bir gerçek. Zeynep Öz, her kapısı sürprizlere açılan bu labirent gibi konakta yolunuzu asla kaybettirmiyor. Doğanın, nesnenin ve insanın gücünü böylesine güzel bir mekanın, zamana karşı koyan etkisiyle bütünleştirip insanı mutluluktan ağlatacakmış gibi büyüleyen ve şaşırtan bir sergiyi Sharjah Bienali kapsamında izleyiciyle buluşturan Zeynep Öz’ü ve sanatçıları içtenlikle tebrik ediyorum.

Yazı: Burçin Nilay Kalınbayrak

Fotoğraflar ve Video: Güncel Sanat Arşivi

Daha fazla fotoğraf için tıklayınız.

Sergiyle ilgili daha fazla bilgi için tıklayınız.

13. Sharjah Bienali sosyal medya hesabı için tıklayınız.

Küratör Zeynep Öz’ün sergiyle ilgili söyleşisi için tıklayınız.

Paylaş