Anlatılar Söyleşi Serisi: Azade Köker

Please click for English

Söyleşi: Seniha Ünay / Hakkında
Çeviri: Burçin Nilay Kalınbayrak / Hakkında

Anlatılar Söyleşi Serisinin Aralık ayı konuğu, ulusal ve uluslararası alanda üretimlerini sürdüren sanatçı Azade Köker. Konu, malzeme ve süreç ekseninde Köker’in üretimlerine yoğunlaşan söyleşi; sanatçının heykele, doğaya, şehirlere dair bakış açısını ve öngörülerini ortaya koyuyor. 

“Sanatın bir gücü de gerçeklerden kaçmamak, onu göstermek ve bazen bir kış gününde yeşil palmiye yapraklarına süzülen güneş ışınları gibi kısa da olsa başka bir dünya sunmaktır.”

Yapıtlarınızda kimlik, aidiyet, doğa, kent, savaş, göç gibi konuları ele alıyorsunuz. Konunuzu belirlemenizdeki etkenlerden ve sizin bu konuyu işleme sürecinizden bahsedebilir misiniz?

Kurşun ağırlığında bir yüzyıla girdik. Bu ağırlık herkesi basınç altına aldı. Kim olursa olsun herkes bilinçli veya bilinçsiz bu ağırlık altında kaldı; zelzeleden kurtulan evlerin kömürlüklerinde gibi yaşıyoruz. Sanatın bir gücü de gerçeklerden kaçmamak, onu göstermek ve bazen bir kış gününde yeşil palmiye yapraklarına süzülen güneş ışınları gibi kısa da olsa başka bir dünya sunmaktır. Bu dünyanın anlatımında geveze bir yakınma yoktur; sanatın gücü budur, bizi biraz sarsar ve kendimize geliriz. Yani günlük basit hırslar ve telaşlarla kaplı ufak dünyalardan kısa da olsa biraz ayrılırız ve insan olmanın bütün derinliğini hissederiz. Bu yüzyılın getirdikleri ve getirecekleri kendi içimizde bütünleşir ve bu karşılaşmayla biz, baska bir bilgi edinme edimine gireriz.

Kimlik, aidiyet, doğa, kent, savaş, göç gibi konular birbirinden ayrı konular değil. Hepsi birbirine bağlı. Bu strüktürel bir olgu. Katmanlar şeklinde gelişe gelişe şekil alan bir oluşum. Bu oluşum ya kendi kendini iyi edecek ya da zamanla yok olacak. Şimdi biz, güncelin içinde ama günceli tarih gibi okuyoruz. Çalışmalarım kolaj olsun heykel olsun bu katmanlaşmayı bir biçime dönüştürüyor. Kimseyi bilgilendirmek veya provoke etmek gibi bir niyetim yok. Ben sadece bu katmanlaşmanın içinde onunla birlikte oluşumları inceleyen bir seyirci gibiyim.

Azade Köker, “İstila 5“, Karışık teknik kağıt kolaj, 50×70 cm, 2018.

“Heykellerde en azla en çoğu anlatmak önemlidir. Laf kalabalığından hiç hoşlanmadığım gibi formların da yalın ve önem sırasıyla birleşmelerini isterim.”

“Terkedilmiş Şehir”, “İstila 4”, “İstila 5” gibi çalışmalarınızda özellikle de çoğumuzun maruz kaldığı, şahitlik ettiği savaş, göç gibi konuları, yarı saydam kağıtlarla, bir tarafıyla kırılgan, şeffaf, hatta gelip geçici duran bir malzemeyle aktarıyorsunuz. Açıkçası konunun ağırlığı ve malzemenin hafifliği arasındaki tezat, konuyu trajik, derin bir yarık olarak içimize işliyor. Çalışmalarınızdaki malzemenin dilinden bahsedebilir misiniz? Meselelerinizle nasıl ilişkileniyor malzemeniz?

Heykeltraş denince akla ağır malzeme gelir.

Heykel genellikle ağırlık almak gibi düşünülür. Bir heykeltıraşın klişesi; taş, ahşap veya metal yapan güçlü bir adamdır. Bense mümkün olduğunca az ağırlığa sahip malzeme arıyorum, yani kendimin taşıyabileceği malzemeler.

Ece Ayhan’ın şiirinin içindeki bir hece insanı nasıl sarsar, Fernando Pessoa’nın denemelerinde kullandığı bir cümle bütün ağırlığıyla nasıl düşer ve düşüncede çarpılırsak; görsel sanatlarda da alışılmamış ince malzemelerle bu mümkün olabilir.

Hafif malzemelerin de direnci vardır. Onlara form vermek, malzemenin dilini anlamak ve onunla bütünleşmek bir süre deneyim gerektirir.

Ayrıca heykellerde en azla en çoğu anlatmak önemlidir. Laf kalabalığından hiç hoşlanmadığım gibi formların da yalın ve önem sırasıyla birleşmelerini isterim.

Heykel üretiminde beni en çok heyecanlandıran şey malzemeyle çalışmaktı. Seramik malzeme ve tekniği ile yaptığım çalışmalarda hava, su, ateş ve tabii toprak gibi bütün elementleri birlikte yaşamak çok neşeliydi. Heykel, üç boyutlu kütlesel bir anlatımdır ve mekan içinde yer alan, mekanı zorlayan hatta onu tanımlayan bir sanat koludur. Bugün yaptığım çalışmalarda ise söz konusu olan kolajlarda da su ve hava ile çalışıyorum. Kağıt, fotoğraf gibi bazı malzemelerin bir araya gelmesi aslında benim heykeltıraş olarak çalışmalarımın bir uzantısıdır diyebiliriz.

Azade Köker, “Küreler”, Kağıt Heykel, 120x100x120cm, 2012.

1972 yılında İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisinde tamamladığınız eğitiminizin ardından yine eğitim için Berlin’e gittiğinizi biliyoruz. O tarihlerden bugüne İstanbul ve Berlin’de yaşıyor ve çalışmalarınızı sürdürüyorsunuz. Bazı çalışmalarınızda İstanbul ve Berlin gibi tarihi, politik, kültürel, toplumsal açılardan derin bellekleri olan Halep, Mardin, Beyrut gibi kentleri konu ediniyorsunuz. Bu bağlamda, yaşadığınız ve yapıtlarınızda konu edindiğiniz kentlere bakışınızdan, bunun sanatınızdaki yerinden bahsedebilir misiniz?

Genellikle komşu ülkelere hele hele Orta Doğu ülkelerine gitmek, Türkiye’de uzun zaman pek tercih edilen seyahat hedefleri degildi. Mesela şimdi, kentin bir kısmının yok olduğu Haleb’i göremedikleri için yakınan çok arkadaşım var. Ama artık çok geç; eski şehir yerle bir oldu.

Bu seyahatlerde aile yapılarını, sınıf farklılıklarının dışa vuruluşunu, İslam dininin farklı ifadelerini, kentleşmedeki ve günlük yaşamdaki estetik kavramları gördüm. Az da olsa bir fikir sahibi oldum. Savaş sonrası Beyrut’taki arazi istilası ve şehrin plansız gelişmesi belki Halep’te de olacak. Beyrut’a kapital rant düşünüp, siyaset tarafından desteklenirken, şehrin tarihi ve yaşanmışlığının bir kalemde silinip atılmasına karşı gelen ve bu kamu mekanlarının değişikliğindeki kararlarda söz hakkı arayan bir grup da buna karşı çıkıyor. Mesela “Egg” adını verdikleri, Mimar Joseph Philippe Karam’ın 60’ların yapısı olan bir sinema binasının yıkılmasına karşı çıkılıyor. Bugün hala Beyrut’ta Ağustos 2020’deki büyük patlamaya karşı bile direnen yapı beni çok etkilemişti. Bu binada şimdi toplantılar yapılıyor, kültürel çalışmalar oluyor.

Seyahat etkileşim demektir. İsrail ve diğer Arap ülkelerinin yemek geleneğinin, birbirleriyle ve bizimle olan benzerlikleri, aynı zamanda farklılıkları çok çekici.

Aleppo II

Azade Köker, “Halep II“, Tuval üzerine karışık teknik, 130×400 cm, Diptik, 2016.

“Hiç bitmeyecek bir onarım çağına giriyoruz…”

Doğa kesitlerini sunduğunuz bazı çalışmalarınızda, bütünde, üst üste binmiş parçalarla adeta inşaa edilmiş bir görsel; detaylarda ise aralara sızmış, doğa algımızı sarsacak imgeler görüyoruz. “Ormanda Tanklar” çalışmanızda orman manzarası arasında görünen tanklar, “Piknik” çalışmanızda görünen Edouard Manet’in “Kırda Öğle Yemeği”nin meşhur iki figürü, “Çimenler” çalışmanızdaki belirgin kuru kafalar bu duruma örnek olabilir. Çalışmalarınızdaki parça bütün ilişkisinden ve doğayı ele alış şeklinizden bahsedebilir misiniz?

Kolajlarda anlatılmak istenen sadece doğa manzarası değil tabii ki. Orman, burada, sorunları taşıyan bir Espace ödevini yükleniyor. Orman içindeki ifadeler, çağımızın hospitalize olmuş hastalıklı durumunu anlatmaya çalışıyor. “Zaman”ın ortopedik durumu… Hiç bitmeyecek bir onarım çağına giriyoruz. İçimizdeki vahşet, kentlerin takma protezli dişler haline gelişi, doğanın geri dönüşümü olmayan bir çöküş (kollaps) yaşıyor olması… Önümüzdeki çağlar onarımla geçecek. Corona ile birlikte bu çöküş hızlandı. Bu bir çözülüş.

Gelişmiş ülkelerin ideali olan rahat yaşam, mutlu yaşam idealinin artık mümkün olamayacağını düşünüyorum. Bu o kadar olumsuz bir şey değil. Tam aksine mütevazı olma düşüncesiyle ilgili bir durum. İnsanlar artık her şeyin tek bir bütün olduğunu, birinin açlığı diğerinin tokluğunu sağlıyorsa bunun devam edemeyeceğini gördüler. Açılışı, 15 Aralık 2020’de Zilberman Galeri’de gerçekleşen “Unlock” sergisinde gösterdigim son çalışmalarım, çağımızın hospitalize olmuş hastalıklı durumunu anlatmaya çalışıyor.

Azade Köker, “Ormanda Tanklar‘” Panel üzerine karışık teknik, 253x213cm, 2011.

Azade Köker, “Piknik“, Tuval üzerine karışık teknik, 104X150cm, 2011.

2016 tarihli “Her Yerde, Hiçbir Yerde” serginizde savaşlarla korunmaya çalışılan politik sınırların, doğal afetler karşısında anlamını kaybedeceğine inandığınız yazıyor. Sergide yer alan başlangıcını ve sonunu göremediğimiz ağaçların kapladığı yüzeyler, adeta sonsuz doğa duygusu ve sınırsızlık hissini güçlendiriyor. Bu serginizden dört sene sonra bugün içinde bulunduğumuz durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bu çalışmada yüzlerce insan figürü vardı. Bu figürler bugüne bir göndermeydi. Bakınız; kütlelerin hareketi, insanların sınırları (border) zorlaması ve çözümü mümkün olmayan, gelecekte Batı ülkelerinin daha yoğun yaşayacağı mülteci akını. Bu akın karşısında Aydınlanma’nın getirdiği Avrupa değerlerinin sarsılması söz konusu.

Dünya Çevre Organizasyonu’nun 2016’daki raporuna göre insanlık bu şekilde yaşamaya devam ederse çok değil 14 yıl içinde bunun gibi iki yeryüzüne ihtiyaç olunacağı belirtiliyor.

Yine bu araştırmaya göre bir yılda yeryüzü kaynaklarının iki misli tüketildiği belirtiliyor. Burada bir taraftan tarım alanlarının kaynaklarının ve öteki taraftan atık üretiminin bugünkü dünya kaynak kapasitesinin çok üstüne çıktığı anlatılmaya çalışılıyor.

Christopf Heinrich, insanlığın, yaşamı tehdit eden bir tavır içinde olduğunu ve bunun en kısa zamanda değişmesi gerektiğini; “başarı ve refah“ kavramlarının, çevre ve toplum tanımlarıyla kaynaşarak, yeniden ele alınarak değişmesi gerektiğini vurguluyor.

Böylesi kaynak soygununun sonucunda tarım ve orman arazilerinin, karada ve denizde hayvan türlerinin ne kadar hızla azaldığını sayılarla belirtiyor.

Son dönem çalışmalarımda dünya siyasetinin modern öncesi geri dönüşü olduğunun ifadesini vermeye çalıştım. Bir çöküşün habercisi gibi çalışmalar yaptım.

Şimdi kafalarda su soru var:

Postmodern toplum anlayışı, herkesin herkesle yan yana olacağı, çelişkilerin olumlu gelişme olarak sayılacağı, merkezciliğin kalkacağı, farklılıkların bir şans olarak görülecegi postmodern tavır bir hayal miydi?

Azade Köker, “Kırılgan Orman II”, Tuval üzerine karışık teknik, 200×140 cm, 2017.

Azade Köker’e ve fotoğraflar için Zilberman Galeri’ye teşekkürlerimizle.

  • Azade Köker hakkında daha fazla bilgi için internet sitesini ziyaret edebilirsiniz.
  • Bu söyleşide yer alan fotoğraflar, Kayhan Kaygusuz tarafından çekilmiş, Zilberman Galeri ve sanatçının izni ile kullanılmıştır.
  • Bu söyleşide yer alan tüm görsel ve yazılı içeriklerin hakları saklıdır. Kaynak göstermek koşulu ile alıntı yapılabilir. Fotoğraflar için lütfen Zilberman Galeri ve sanatçı ile iletişime geçiniz.

Anlatılar Söyleşi Serisiyle ilgili daha fazla bilgi için tıklayınız.

Please click for English

Paylaş