Anlatılar Söyleşi Serisi: Ferhat Satıcı

Please click for English

Söyleşi: Seniha Ünay / Hakkında
Çeviri: Burçin Nilay Kalınbayrak / Hakkında

Anlatılar Söyleşi Serisinin Kasım ayı konuğu; anıtsal olanın kalıcılığı ve gündelik olanın geçiciliği arasında heykel, video, resim ve yerleştirme gibi farklı mecralarda üretimlerini gerçekleştiren sanatçı ve akademisyen Ferhat Satıcı (Yeni Anıt). Ferhat Satıcı ile “Yeni Anıt” mahlası, Videoist İnisiyatifi’ndeki rolü ve üretim süreci üzerine sohbet etme fırsatı bulduk.

“Heykeli merkezde tutarak görünenin ardındaki katmanları ve gizemi açığa çıkaracak farklı malzemelerle yapıt üretiyorum.

Bu görsel boş bir alt niteliğe sahip; dosya adı ferhat-satici-300x300.jpg

Ferhat Satıcı olarak “Yeni Anıt” mahlasını kullanıyorsunuz. Mahlası, Divan Edebiyatı ve Türk Edebiyatı ozanlarının kullandıklarını; yine bazı sanatçıların isimleri ve aynı zamanda mahlaslarıyla bilindiklerini söyleyebiliriz. Özellikle de sokak sanatçılarının kimliklerini gizlemek için oluşturdukları mahlasları var.  

Ayrıca “Yeni Anıt”ın çağrıştırdığı bazı anlamlar var zihnimizde. Bunlardan biri, yüzyıllardır gelenekselleşen “anıt”ların, “tarihsel bir özelliği olan önemli bir olayı gösteren yapıt” anlamı. Diğeri ise “yeni”nin, “oluşunun ya da çıkışının üzerinden çok zaman geçmemiş olan” anlamı. Siz, anlamı zihinlerimizde oturmuş “anıt” kelimesinin başına “yeni” kelimesini ekliyorsunuz. Bu ifade tercihinizin, geleneksel ve yeni olan arasında bir çağrışım yaptığı söylenebilir mi ve bu tercihinizle heykel kökenli bir sanatçı olmanız arasında bir ilişki kurulabilir mi? Nedir sizin mahlas kullanma hikayeniz ve amacınız?

Bu soruya “Bir kitap okudum ve hayatım değişti” şeklinde cevap vermek pek de yanlış olmaz. Paul Auster’in “Leviathan” isimli kitabında geçen ve Benjamin Sachs isimli bir karakterin yazdığı kitabın adıydı “Yeni Anıt”. Bir şair, yazar, eksantrik ve tesadüflere inanan bir adam olan Sachs, her türlü bilgiyi topluyor ve dünyayı, hayal ürünü bir şey olarak görerek belgelenmiş gerçekleri kurmacaya dönüştürüyordu. Tesadüflerin, çağrışımların genişleyen evreninde yolculuğa çıktığınız anlatısında  Paul Auster, kitabın gizemli bir obje olduğunu, tıpkı insanlar gibi rastlantılara ve anlam katmanlarına yol açan bir şey olduğunu hissettirir. Yazarın, kendi hikayesi içindeki bir karakterin yazdığı kitap ve eylemlerinde tekrar tekrar doğuşuna ya da yok oluşuna şahit olursunuz. Burada; varoluş, ego, eser sahibi, alımlayıcısı arasında özne-nesne doğrultusunda bir belirsizlik oluşur. Öncelikle mahlas kullanmamın ve anıtsal olanın kalıcılığı ile gündelik olanın geçiciliği arasında seyreden bu ismi seçmemin temelinde bu hikaye yatıyor. Burada  mahlas,  sokak sanatçılarının yaptığı gibi  ismimi gizlemiyor. İsmimin zaman zaman projelerimin yanında yer aldığını görürsünüz. Eser, eser sahibi  ve alımlayıcı arasındaki alışıldık dizgeyi kırmak, eseri yapanın bir şahsiyet olduğu kadar eserin de bir şahsiyet olabileceği fikrini güçlendirdiği için “Yeni Anıt” var oldu. Eserler sanatçılarından bağımsız düşünülemez fikrine alternatif olarak, eserlerin de doğumları, yaşamları ve ölümleri olabileceği fikrini temel alan, kollektif bir zihni ve  anonim bir sanatsal yaklaşımı işaret ediyor. Böylesi bir bireyleşmenin  ve egosantrizmin kol gezdiği bir ortamda “Yeni Anıt”, sanat eserinin piyasa dışı bir arenada var olabilmesini tam olarak mümkün kılmasa da tinsel ve gizil yapısına işaret etmek istiyor.

Bu görsel boş bir alt niteliğe sahip; dosya adı IMG_2442k.jpg

Yeni Anıt, “Öktem’in Kabusu: Hafriyatın Haysiyeti“, 3. Çanakkale Bienali, 28.09-03.11.2012.

“Heykeltraşın Kabusu” serinizde, günlük yaşamımızı belirleyen hatta sıradanlaşan birçok haberi, tarihi zafer sahneleri gibi kurguluyorsunuz. “2010 Offspace Odyssey İstanbul” çalışmanızda şehir tarihi ve efsanelerinden hareket ediyorsunuz. “Sanatçının Mal Beyanı”  çalışmanızda Videoist’in var olma özelliklerini ele alıyorsunuz. Ferhat Satıcı’nın (Yeni Anıt) üzerinde durduğu meseleler nelerdir? Nelerden etkilenir, neler yapar?

Walter Benjamin’in söylediği “Harabeler şeyler aleminde ne ise alegoriler düşünce aleminde odur.” sözü, “Heykeltraşın Kabusu” serisini açıklamak için kullanılabilir. Toplumların anlam haritalarını oluşturan birleştirici tutkal, alegorilerden geçer. Savaşlar, abidevi ve görkemli anlatılar, aydınlık, umut,  zaferlere yakılan övgüler, anıtın kalıcı malzemesinde vücut bulur. Bu yüksek duyguların örüntülerini sırtlanan heykeltraş, o parlak ve güçlü yapının ardında olan geçiciliği ve kaygan yapıyı hissedebilir.  Çünkü heykeltraş, anıtı inşa ederken anlamın ve malzemenin sürekli değiştiğini bilir. Kısaca tek değişmez, anlam ve malzemenin değişkenliğidir. Buradan Benjamin’e geri dönersek bu yüzden metaforların organize olarak alegorilere dönüştüğü anlatılar, sürekli bir çıkmaz sokaktaki tarihsel yıkıntıların geldiği yere gelecektir. Yıkıntılarsa bizim gerçek hafızamızı ortaya koyan birer işarettir. “Heykeltraşın Kabusu” serisi; heykelin vicdanı, sanatçının hezeyanı diyebileceğiniz, heykeltraşın, anlam veremediği gelecekte gerçekleşecek bir travmaya yönelik bir kabusu görmesi fikrine dayanmaktadır. Heykeltraş için kurgulanmış bu kara bilmece, ancak zaman değiştirildiğinde anlaşılabilecektir. Ancak bugünden bakıldığında ise gündelik hayat, sürekli güncellenen medyatik yıkım mekanizması içinde tekrar eden ikonik çıkmazlarla sunulmaktadır.

Bu görsel boş bir alt niteliğe sahip; dosya adı IMG_0313k.jpg

Yeni Anıt, “Hayalet“, Heykel, Kesişen Eksenler sergisinden, m1886, Ankara, 21.03-26.04.2015.

“2010 Offspace Odyssey İstanbul”, video fanzin formunda dokumanter bir dille kurgu ile gerçeği buluşturuyor. “Yerçekimli Grafitiler” dediğim üç boyutlu grafiti heykeller yaptığım ve sokak sanatı üzerine araştırmalar yaptığım bir dönemi yansıtır. “Sokağın Seyir Defteri” serisi çalışmalarım da bu sürecin başka bir yansımasıdır. Kentin gramerini oluşturan işaretler ve malzemeler, bizim içinde yaşadığımız bir organizma olan kent ile diyaloğumuzu belirler. İstanbul gizemli ve çok katmanlı yapısı ile etkisi altından çıkılması imkansız bir kent bana göre. Kendi dönemime ait kültürel kodlarla tarihsel kodları buluşturarak bir İstanbul anlatısı oluşturmak ve gizemle gerçeği yan yana sunmak istedim bu projede. Eserlerin, kitaplar ve insanlar gibi tesadüflere yol açabilme potansiyelinin olduğunu  düşünüyorum. Bu yüzden “heykel”i merkezde tutarak görünenin ardındaki katmanları ve gizemi açığa çıkaracak farklı malzemelerle yapıt üretiyorum.

Yeni Anıt, “2010 Offspace Odyssey İstanbul“, Video, 20’07”, 2010, Re-dejenerasyon sergisinden, İstanbul, 04-17.05.2011.

“Zaman ve uzam tıpkı video sanatı üretimi ve Videoist sürecinin de bize gösterdiği gibi tek bir ego ile mümkün olamazdı.”

Çalışmalarınızda çok farklı malzeme ve teknikleri sürecinize dahil ettiğinizi görüyoruz. Örneğin “Krippel’in Kabusu” bir video çalışmasıyken fotoğraf ve resimle de aynı kompozisyonu çalıştığınız görülüyor. Yine “Doğruluk” çalışmanızda yaptığınız yerleştirmenin, fotoğraf ve resminin de olduğunu görüyoruz. Aynı zamanda “Montaj Hatası”, “Usanç Meşalesi”, “Hakikat Raporu” gibi heykel çalışmalarınız var. Üretim dilinizdeki bu çeşitlilikten ve üretim sürecinizden bahsedebilir misiniz?

“Krippel’in Kabusu” ve “Doğruluk” gibi çalışmalarımın tasarlanma süreçlerini temsil eden resimler, fotoğraf ve video versiyonlara dönüştü. Üretim sürecim şu şekilde: Fikir, tasarım olarak storyboard tekniği ile resmediliyor. Bu tasarı daha sonra kamusal alana yerleştirilmek için tasarlanan büyük bir reklam fotoğrafı gibi kaydedilerek kent yüzeylerinde sergileniyor. Burada fotoğraf, dondurulmuş heykelsi imgenin alımlayıcı ile kent ölçeğinde karşılaşması için. Video versiyon ise dökümanter bir dille heykelsi bir şekilde alegoriyi performe edenlerin hareketsiz duruşunun ya da hareketinin  kayda alınışının ifşası. Yani kurulumun arka sahnesi. Tasarı, sahne ve belge, bu çalışmaların belkemiğini oluşturuyor. Birbirini tamamlayan sanat yapıtları gibi düşünebilirsiniz. Gördüğünüz gibi süreç, benim için bitmiş yapıt kadar önem taşıyor. Mesela “Montaj Hatası” heykelim, “2010 Offspace Odyssey İstanbul” videomun içindeki Kız Kulesi’nin bir matkaba dönüştüğü sahnenin bir dökümanıdır. Tıpkı filmin frameleri ve layerları gibi  farklı katmanların üç boyutlu bir matkap formuna dönüştüğünü görürsünüz. Heykel ve video fikrinin birlikte ya da ardışık olarak kurgulandığı bir yapıttır. Bu çalışma,  “video”nun izdüşümü olarak heykel fikrine dayanır. “Usanç Meşalesi” ve “Hakikat Raporu” yapıtlarım yine alışkın olduğumuz “heykel” formunda olsalar da hazır nesne olarak “heykel” fikrine dayanmaktalar. Var olan hazır üç boyutlu imgelerle benim tasarladığım imge ve malzemelerin buluşmaları. Sonuç olarak alışkın olduğumuz imgelerin diğer ikonik imgelerle buluşmasıyla “bilindik anlam”ı göç ettirmek amaçlanmıştır.

Bu görsel boş bir alt niteliğe sahip; dosya adı IMG_7077k.jpg
Bu görsel boş bir alt niteliğe sahip; dosya adı proje.jpg

Yeni Anıt, “Doğruluk“, Yerleştirme, Fotoğraf ve Kağıt üzerine kuru boya, Port İzmir 3, Austro-Turk Tobacco Binası, 2014.

12 Kasım 2020 tarihinde Balıkesir’deki Blogspot Sanat Mekanında “Heykelin Zamanı” başlıklı bir serginiz açılacak. Bu serginin hemen ardından aynı mekanda Hülya Özdemir’in “Videonun Mekanı” başlıklı bir sergisi olacak. Sergi metninde belirttiğiniz üzere sergi, üretim ve düşünce pratiklerinize işaret ederken alışıldık sergi kavramına da yeni bir açılım getirmiş olacak. Bu sergi biçiminden ve “Heykelin Zamanı” başlıklı serginizden bahsedebilir misiniz?

Sergi fikri, uzun süredir Hülya Özdemir’le birlikte tartıştığımız ve “video”nun, disiplinler arası yapısı ile birçok sanatsal disiplini bir araya getiren bir arayüz olduğu fikri ile ortaya çıktı. 2010 yılında İstanbul’da yaptığımız “Unplugged: Görüntünün Fragmanlaşmış Doğasından Bir Arka Plan Akustiğine Geçiş” ve 2017’de Ankara’da gerçekleştirdiğimiz “Unfold: Katmanları Açmak” sergileri bu fikri destekler bir şekilde “video”nun arka plan potansiyelini ortaya koyuyordu. Bu sefer çok katmanlı yapının en sıra dışı bulduğumuz yönü olan ve yapıtlarımızda başat rol oynayan iki disiplini, “video” ve “heykel”i baş role alan, zaman ve uzamı yontma fikrini işleyen iki ardışık kişisel sergi kurguladık. Ancak zaman ve uzam tıpkı video sanatı üretimi ve Videoist sürecinin de bize gösterdiği gibi tek bir ego ile mümkün olamazdı. İki ayrı beyin ya da bir mekanı, iki ayrı beyin yarı küresi gibi düşünerek, yapıtlarımızın geçişliliği çerçevesinde görme fikrini yeniden kurmaya çalıştık. Fredric Jameson’ın “kör heykel” dediği, Ulus Baker’in resim veya fotoğraftan çok bir ikona veya heykele yakın bulduğu, Andrey Tarkovski’nin Rüya Zamanı ve Su izleği ile zamanı yontmak dediği, hareketli imajdan bize miras kalan video fikri ile heykel fikri arasında bağlar kuran bir sergi yapmak, tüm sanatların başat konusu olan imge meselesine çok yönlü bir bakışı içerebilir. Burada bizi biz yapan ve sanatımızın da inşa ediş biçimini ortaya koyan, kendinden organize oluş biçimlerimize denk düşüyor. Sergiyi; sponsorsuz, kar amacı gütmeyen, kendinden organize, non konformist, ticari olmayan ve merkez dışı bir mekanda, tavrımıza işaret edecek şekilde kurguladık.

Ferhat Satıcı, “Emanet”, Manipüle edilmiş kadranlı duvar saati, 2015. “Serpinti”, Çerçevelenmiş uv baskı, 2018-2020. “Heykelin Zamanı” Sergisinden, Blogspot Sanat Mekanı, Balıkesir, 12-25.11.2020.

Hülya Özdemir ile kurduğunuz, Türkiye’deki video sanatına önemli katkıları olan Videoist İnisiyatifini 2003 yılından beri birlikte yürütüyorsunuz. Videoist önemli bir video sanatı arşivine sahip ve siz burada bir sanatçı olarak hem seçki yapıyor hem de bunların sergilenme biçimlerine karar veriyorsunuz. Bazen de Videoist sergilerinde sanatçı olarak yer alıyorsunuz. Videoist’teki bu iki rolünüzden ve birlikte çalışma ve düşünme sürecinizden bahsedebilir misiniz?

Videoist 2003 yılından beridir,  1990’lardan 2000’lere doğru Türkiye ve dünyada artışa geçen çağdaş sanat medyumu olan video sanatını merkeze alan etkinlikler oluşturdu. Videoist, sanatın “özerk olmayan” alanları üzerine, bulunduğu coğrafyadan bakışlar önerdi. Oysa günümüz, özneyi nesnelere çevirerek ya da tersini yaparak öznelerin yönetimi ve nesnelerin muhafızlığına (Vesna Madzoski) soyunmuştur. Aynı sanat özneleri, çağdaş sanatın yeniden yorumlanabilir arka planlarını kökenlerinden kopartarak yeni anlatılar oluşturur. Ancak, kökenlerinden koparılmış sanat, bugün katmanlarını ve başlangıç anını yeniden konuşabildiğimiz bir tarihselliğe veya kanona ihtiyaç duymakta. Videoist bugüne kadar kendinden organize bir sanat kolektifi olarak küratöryel sistemin içinde çatlaklar yaratan bir tutum sergiledi. Yaptığı etkinliklerde, çağdaş sanat kurumlarının oluşturduğu dizgeleri geriye sarıp sanatçı merkezli olarak yeniden okumayı denedi ve video sanatı aracılığı ile video özelinde çağdaş sanatın arka planı ve katmanlarını ortaya çıkarmaya çalıştı. Bu bağlamda küratör, eğitmen, sanatçı, organizatör kutupluluğunu ortadan kaldırarak, hiyerarşisiz bir duruş sergilemeye çalıştı. Tüm üretenleri, sanat emekçiliği özelinde ele alan bir yaklaşımla sistemin bizleri sürüklediği roller yerine birlikte üretmeye odaklandı. Bu anlamda seçki ve sergilerde hem sanatçı hem de organizatör olarak, kuratöryel dönem öncesi sanat oluşumlarına işaret edecek organizasyonlar sergiledi.

Bu görsel boş bir alt niteliğe sahip; dosya adı 4-1-1024x768.jpg

Videoist Küratörlüğünde “Katmanları Açmak“, Arte Sanat, Ankara, 04.04-06.05.2017. Fotoğraf: Güncel Sanat Arşivi

Ferhat Satıcı’ya teşekkürlerimizle.

  • Sanatçı hakkında daha fazla bilgi için internet sitesini ziyaret edebilirsiniz.
  • Güncel Sanat Arşivi’ne ait olanlar dışında, bu söyleşide yer alan tüm diğer fotoğraflar, sanatçının internet sitesinden alınmış ve izniyle kullanılmıştır.
  • Bu söyleşide yer alan tüm görsel ve yazılı içeriklerin hakları saklıdır. Kaynak göstermek koşulu ile alıntı yapılabilir. Fotoğraflar için lütfen sanatçı ile iletişime geçiniz.

Anlatılar Söyleşi Serisiyle ilgili daha fazla bilgi için tıklayınız.

Please click for English

Paylaş